31. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı; Yazarlar ile Söyleşiler

Yazarlar ile yaptığımız söyleşiler isme göre, alfabetik olarak sıralanmıştır.

-Adil İzci

Bir öğretmen ve yazar olarak, bu seneki kitap fuarı ve temasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kitap sevgisi, ciddi okurluk bu yaşlarda kazanılmaya başlanıyor. Dolayısı ile, temanın bu şekilde belirlenmesi dikkat çekmek anlamına geliyor. Okullar bu temadan hareketle çocuklara bir şeyler söyleme, onları kitap okumaya yönlendirme konularında ne gibi çalışmalar yaptı bilmiyorum. Fakat en azından, fuarda olduğum süre boyunca pek çok ilköğretim, lise çağında öğrencinin katılımı gerçekleşti. Ellerinde kitap torbaları ile heyecanlı bir şekilde alanda geziyorlardı. Şu an kaç bin öğrenci var ve daha kaç bin öğrenci gelecek, kitap alacak ve evde heyecanla okunmaya başlanacak diye düşünüyorum. Evlere kitap ile dönmenin vereceği heyecan, beni daha çok mutlu etti. Her evde bugün bir takım bitkiler çiçek açacak ve güzellik ortamı oluşacak gibi. 9 gün sürecek fuar hemen her gün bu yoğunlukta olursa, yılda en azından 365 gün içerisinden 9 gün, çocuk ve gençler kitaplar ile haşır neşir olacağı bir ortam yaratıyoruz. Dilerim, çocuklarımızın kitaplara olan ilgisi sadece fuarlar ile sınırlı kalmaz, 365 güne yayılır ve okumayı, kitap tutkusunu günlük hayatın vazgeçilmez parçalarından biri olarak değerlendirirler.

Bir çocuğa okuma sevgisi kazandırmak adına neler yapılabilir?

Bu konuda anne babalara büyük görev düşüyor. Evde, televizyonun çok açık olmaması gerekir. Teknolojik aygıtlardan çocukları çok uzak tutamayız ve sınır koymak da çok anlamlı değil. Çocuklara zaman içinde bilgisayarın, internetin, cep telefonunun, cep telefonundaki bir takım oyunların vazgeçilmez veya gününü dolduracak kadar önemli olmadıklarını anlatabiliriz. Günlük gazete okurluğu, kitap, dergi ile, akşamları anneleri babalar işten döndüğünde veya evde oldukları saatlerde model oluşturarak, çocukların okumaya yönelmesi için önemli bir örnek oluştururlar. “Kitap okumalısın” baskısından çok, anne babanın ve aile içinde yakın çevredeki büyüklerin ellerinde kitap ve evlerinde kitaplık oluşturarak, bu olguya dikkat çekeceklerini düşünüyorum. Kendileri kitabın vazgeçilmezliğini günlük hayatlarında göstererek bu konuda başarı sağlayabilirler.

Sizi çocuk şiiri yazmaya yönlendiren ne oldu?

Kızlarımın doğması ile, onların küçüklük hallerini gözlemlerken bazı şeyleri unutmamam gerektiğine inandım. Onların sözleri, davranışlarını ve çocuksu güzel yönlerini, zaman zaman anneleri ile birlikte not ediyorduk. Sonra bu notları şiire dönüştürmeye başladığımı hissettim. Çocuklarımı gözlemlemek, onların bir takım hoş yönlerini tanımlamak beni bu alana çekmiş oldu. Şimdi ikinci kitabımı, çocuklarımın etkisi olmadan hazırlıyorum.

Yazmak isteyen, şiir yazmak isteyen bir çocuğa ne gibi tavsiyeler verirsiniz?

Öncelikle okumalıdır. O türde kitaplar okumalıdır, çünkü yaratımlar genellikle öykünme ile başlar. Sonra yavaş yavaş kendi yolunu bulur. İçinden geldi şekilde yazmalıdır. Yazdıklarını öğretmenleri ile paylaşabilir. Yakın çevresinde tanıdığı şairler, yazarlar varsa, onlarla yazdıklarının üzerine konuşabilir. Bunlar yazan her insana katkıda bulunur ama unutmamalı ki, yazan kişi yolunu kendi kendine bulur. Özünde yaratacak güç varsa, öğretmenlerin yardımı, anne babaların desteği, ilgisi, yol göstermesi başarıyı etkiler. Asıl, çocuğun kendi yazdığını kolay kolay vermemesi, belli bir aşamadan sonra kendini daha iyilerini yazmaya yönlendirmesi, kendi ışığını kendi yakması ile mümkün olur.

Öğretmenler yazmak isteyen ya da yazma potansiyelini taşıyan çocuklara nasıl yaklaşmalı?

Ben, 1980 ve 2010 yılları arasında Robert Koleji’nde öğretmenlik yaptım. Orada, 1983 yılında bir dergi kurdum. Ortaöğretim döneminde, yazma heveslisi çocuklara yayın ortamı sağlıyordum. Kolejin maddi olanakları daha fazlaydı, devlet okullarında belki bu derece olanak yoktur. İdealist öğretmenler, yazan-çizen öğrencileri bir şekilde fark eder. Öğretmen sanata, edebiyata meraklı ise, öğrenci bunu fark eder ve yazdıklarını göstermeye başlar. Öğretmen, onları en azından okul kapsamında yayınlayabilecek okul dergisi, duvar gazetesi gibi bir ortam yaratır ise, çocuğu yazdıklarının değeri konusunda özendirebilir. Arkasını getirmesi konusunda teşvik edici olabilir. Kısacası, Türkiye’de genellikle idealist insanlar, çalışan, bir şeyler üretenlerin elinden tutar ve hatta bunu ortaya çıkarabilir.

Bir çocuğa edebiyat ile kimlik kazandırma, onun birey olma sürecinde edebiyatın etkisi konusunda neler düşünüyorsunuz?

Hepimiz toplumsal varlıklarız; bir aile ortamındayız, sokaktayız, mahalledeyiz, ondan önce bir apartmandayız, mutlaka çevremizde insanlar, arkadaş çevremiz var. Televizyon yayınları, gazeteler, radyolar, internet var. Esasında, bulunduğumuz ortamın toplamıyız. Bu ortamı ne kadar seçkin şeyler ile doldurursak; halk kitaplıkları, kültür merkezleri, sanat galerisi gibi ortamlar var ettiğimizde, çocuk belki aylarca ilgi göstermeyecektir, ama bir gün o kitaplığın kapısından geçerken bir dürtü ile içeri girecektir. Kısacası, sosyal yaşam alanlarımızı mümkün olduğu kadar, bizi sanata, edebiyata götürecek şeyler ile donattığımız zaman, uzun vadede iyi sonuçlar vereceğini düşünüyorum.

Günlük hayatta hazlarımızı genellikle yeme-içme üzerine kuruyoruz. Oysa, belediyeler kültür politikalarını geliştirerek, restoranların ve kafelerin arasında bunlara da yer ayırabilir. Gazetelerin çok sayıdaki hafta sonu eklerinden vazgeçilmesi ile, magazine ayrılan kağıtlar, kitaplara ayrılarak on binlerce kitap üretilebilir. Türkiye’de kaynak israfı, tüketim çılgınlığı var. Doğru alanlarda değerlendirme ile, uzun vadede bilinçli, aydınlık, yaşamaktan haz duyan, yaşamasına bir anlam yükleyen yepyeni kuşaklar oluşturacağız.

Yazarın Kitapları: Deniz Olsun Adı

-Aslı Der

Bu seneki kitap fuarını ve temasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Her seneki gibi kitap fuarından çok keyif alıyorum, bence enerjisi çok yüksek bir ortam. Onur konuğunun Gülten Dayıoğlu olması ve konunun bu çerçevede olması ile, çocuklar için bu sene daha ilgi çekici oldu.

Felsefe eğitimi aldınız, bir dönem çevirmenlik yaptınız, fantastik çocuk edebiyatı yazarısınız. Bu bağlamda bir değerlendirme ile, felsefe neden çekinilen ve korku duyulan bir alandır? Çocuk edebiyatında felsefeye nasıl yer verilir?

Ben felsefeyi hayatın çok dışında görmüyorum, özellikle uğraşmak zorunda olduğumuzu düşünmüyorum. Hepimiz felsefe ile ilişki içindeyiz ama yetişkinler kendi bakış açılarında kalıpların esiri olarak felsefeyi; bir takım büyük adamların anlaşılmaz konular üzerine, bir sonuca varmayan fikir beyanları, onların anlaşılmaz kitapları, çözülmesi zor sorunlar olarak görüyor. Çocukların felsefeyi doğal ortamlarında yaptıklarını düşünüyorum; sorgulamayı çok daha basitçe ve önyargısız olarak yapıyorlar, hayata karşı çok daha meraklılar. Bu yüzden, felsefeyi işlemek için özel bir çaba verilmesi gerektiğini düşünmüyorum. İyi bir çocuk kitabında kurgu iyi ise ve yazar da gerçekten bir şeylerin üzerine kafa yoruyorsa, felsefe kitabın içerisine kendiliğinden girmiş oluyor. Hem çocuk, hem de yetişkinler için felsefe günlük hayatın içindedir.

Fantastik kurgunun çocuk edebiyatında yeri ve önemi nedir sizce?

Fantastik hem çocuğun hem de yetişkinin olmazsa olmazıdır bence. Yazar olarak, fantastik çocuk edebiyatı bana çok büyük bir oyun alanı tanıyor ve mutlu olduğum bir alan. İlk defa şimdi daha gerçekçi bir kitap yazdım, doğrusu yazarken de oldukça zorladım. Gerçekçi ya da fantastik, her nasıl olursa olsun, hayal gücünün hayatımızın her noktasında olması gerektiğine inanıyorum.

Fantastik edebiyatın çocukları gerçeklikten uzaklaştırdığı yönünde genel ve baskın bir düşünce var. Bu düşünce karşısında ne söyleyebilirsiniz?

Evet, böyle bir düşünce hakim. Fantastik edebiyat denildiğinde cinler, periler, cadılar, vampirler var. Ben “Küçük Cadı Şeroks”u ve diğer kitaplarımı yazarken, her ne kadar fantastik, kurmaca dünyalar yazıyor olsam da, aslında anlattığım sorunların hepsi gerçek hayatta gerçekten olan şeyler. Çocuklara da bunu söylüyorum. Bir yazar olarak benim tercihim bu şekilde anlatmak.

“Küçük Cadı Şeroks”taki Dev Kordora karakteri, kocaman vücutlu, çirkin görünüşlü ama çok iyi kalpli bir dev. Köy halkı ile bir anlaşma yapıyor; köy halkı işini gördürene kadar devin istediği şeyi yapıyor, ama işleri bittikten sonra ona sırt çeviriyorlar, onu dış görünüşü ile yargılayıp, çirkin olduğu için de kötü olduğunu düşünüyorlar. Bu, hem yetişkinin, hem de çocuğun hayatında gerçek olarak var olan bir şey, ama ben bunu yüzünde doğum lekesi olduğu için, sınıf arkadaşları tarafından dışlanan bir çocuk olarak anlatmak istemiyorum. Kocaman bir dev haline dönüştürüyorum, o devin çilekli pastalar yapabildiğini de söylüyorum ve istediği tek şeyin arkadaşlık olduğunu, arkadaşa ihtiyaç duyduğunu anlatıyorum. Çocuklar o dünyanın içinde kendilerini o dev ya da cadı zannetmiyorlar. Ben bu dünyayı daha rahatlatıcı buluyorum, bana yazar olarak güzel bir alan sağlıyor. Bir fikri anlatabilmenin, edebiyat yapabilmenin birden çok yolu var bence. Bir şeyi nitelikli yapıyorsanız, yadırganmayacak bir şey ortaya çıkar.

Yazarken nelerden esinleniyorsunuz?

Hayatın tümünden esinleniyorum. Okumayı öğrendiğimden beri çok okuyorum, o yüzden hayatıma giren her yazarın, her kitabın bir esin kaynağı olduğunu düşünüyorum. Film izlemeyi, müzik dinlemeyi ve hayatın içinde olmayı, insanları izlemeyi, bazı durumlardaki tepkilerini seyretmeyi seviyorum, etkileniyorum.

Çeviri kitaplarda kültür farklılığının, kafa karışıklıklarına yol açacağını düşünüyor musunuz? Doğru çevirinin öneminden bahseder misiniz?

Çeviri çok ciddi ve uzun bir şekilde tartışılabilir. Edebiyatın önemli bir alanı ve kötü çeviri kitap ne anlatırsa anlatsın kitaba, okura yapılmış bir haksızlıktır. Uzun yıllar çevirilerinin önemsenerek yapılmadığı kitapların, piyasada dolaşımda olduğunu biliyoruz. Şimdi daha ciddi bakılıyor ve emek sarf ediliyor. İyi çeviri ile her kültürden, her tür kitabın okuyucu ile buluşması taraftarıyım.

Çocuk Filmleri Festivali’nde jüri üyeliği yapmıştınız. Bu organizasyon tekrar düzenlenecek mi?

Festival sponsor ve salon desteği bulamadığı için yapılamıyor, ama çok güzel ve özel bir festivaldi. Çocukları başka kültürlerden, nitelikli yapımlar ile buluşturuyordu. Hakkıyla yapmak istedikleri için şu an tekrar yapmıyorlar. Daha iyi duyurabilmek için, medya desteği de sağlamak lazım. İzleyici olarak, tekrar yapılmasını heyecanla beklediğimi söyleyebilirim. Keşke çocuklar ve aileler daha fazla ilgi gösterseydi. Sadece sanat kesimine, pop kültürüne ait çalışmalar yer almıyor, çocuğa ve yetişkine dokunan çok güzel filmler geliyordu.

Yazarın Kitapları: Küçük Cadı Şeroks, Tehlikeye 3 Yolculuk, Büyük Tuzak, Kayıp Rüyacı

-Aytül Akal

Bu seneki kitap fuarını ve temasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İlk kitabım 1991’de çıkmıştı. O dönemde, Mavi Bulut standında kitaplarımı imzalıyordum ve fuar Taksim’deydi. Daha sonra, 1995 yılında Uçan Balık’ı kurduk, yıllarca bu stantta oldum. Her fuarda mutlaka buradaydım, her seferinde de çocuk kitaplarının önemini, okumanın çocuklar ve gençler ile başladığını söylüyordum. Bunu vurgulamak için, öğrenciler ile bir araya gelmek amacıyla paneller düzenledik. Sanırım yavaş yavaş fuarı da alıştırdık, çünkü 90’lı yıllarda “çocuk edebiyatı yoktur”, “edebiyat tektir”, “çocuklar da büyüklerin okuduklarını okurlar” gibi bir tavır vardı. Çok mücadele verdik, mücadelemiz yazdığımız kitaplarla ve kazandığımız okurlarla oldu. Okullar da çocuk kitaplarının peşine düşünce, çocuk ve gençlik kitaplarının edebiyatta ayrı bir yer olduğu belirlenmiş ve kanıksanmış oldu. Yıllardır bu vurguyu hep yapıyorduk zaten, sonunda bu sene ön plana geçti. Onur konuğu bizden bir yazar, Gülten Dayıoğlu oldu, bu çok sevindirici bir gelişme. Şu açıdan bir değişiklik yoktu, okurlarımız her sene okullar, öğretmenleri anne-babaları ile geliyordu, ama bu seneki tema ile, yıllardır yaptığımız çalışmaların karşılığını görmüş olduk.

Yazarın Kitapları: Canım Annemin Doğum Günü, Canım Babamın Doğum Günü, Güzel Ablamın Doğum Günü, Yakışıklı Ağabeyimin Doğum Günü, Annem Neden Çıldırdı, Tatlı Kardeşimin Doğum Günü, Tonton Dedemin Doğum Günü, Kayıp Kitaplıktaki İskelet(Mavisel Yener-Aytül Akal), Babamın Sihirli Küresi, Açıl Kapı Açıl, Pamuk Büyük Annemin Doğum Günü, Sıska Kedimin Doğum Günü, Sevgili Öğretmenimin Doğum Günü, Can Arkadaşımın Doğum Günü, Kayıp Kitaplıktaki İskelet(Mavisel Yener – Aytül Akal), Gezmeyi Seven Şiirler(Mavisel Yener – Aytül Akal), Açıl Bahçe Açıl, Kırmızı Arabanın Hayaleti, Açıl Maske Açıl

Not: 1981’den bu yana 116 kitap yazan Aytül Akal’ın, yalnızca son dönem kitaplarına yer verebildik.

-Banu Bozdemir

Yazar, gazeteci ve sinemacı olarak kitap fuarını ve temasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Fuarın çocuklara adanmış olması beni mutlu etti. Her yıl bir tema oluyor ve bu tema da olmak zorundaydı. Fuarı ziyaret edenlerin çoğu zaten çocuklar ve gençlerdi, ama ayrıca onlara adanmış bir yıl olması daha da anlamlı oldu. Bu da tüketimin çocuklar ve gençler bazında daha fazla olduğunu gösteriyor. Her zaman onlar daha fazla tüketmek zorundadırlar. Kitabı bir tüketim maddesi olarak görmüyorum, ama yine de kitap tüketmelerini güzel buluyorum. Fuarı geçen yıllara göre daha kalabalık buldum, çok faal ve okullar, gençler daha fazla gelmiş, temaya uygun olduğunu düşündüm. Keyifli gözüktüğünü düşünüyorum.

Temanın vurgusunun yeterince yapılabildiğini düşünüyor musunuz? Sonraki çalışmalarda, bu temanın altı neler ile doldurulabilir?

Çocuk ve gençlik edebiyatının yansımaları üzerine çok sayıda panellerin, söyleşilerin yapıldığını biliyorum. Daha fazla katılımın sağlandığı farklı etkinlikler yapılabilir. Gençlerin ve çocukların okullardan gelip, kendi etkinliklerini yapması sağlanabilir, organizasyonlar biraz daha ön plana çıkarılabilir. Yerli çocuk kitapları yazarları buluşturulup, ayrı ayrı yapılan panel ve söyleşiler birleştirilerek farklı bir sinerji yaratılabilir.

Çocuk Filmleri Festivali en son 2011 yılında yapıldı ve tekrar gerçekleştirilmedi. Bu festival tekrar düzenlenecek mi? Bu konu hakkında neler düşünüyorsunuz?

Ben bu festivalleri takip ettim, şehirden şehre dolaştı aslında. Ne yazık ki bu filmlere ilgi yoktu, salonların bomboş olduğu zamanlar oldu. Yeterli tanıtım yapılamaması, basında yeterince yer bulmaması ya da çocuk izleyicinin izlemek istediği filmi ailesine söyleyip onları yönlendirememesi, bir şekilde bu festivallerin sönük geçmesi ve bu yüzden sponsorların çekilmesi yüzünden yapılmıyor. Tekrar ne zaman yapılacağını bilmiyorum.

Çocuk filmleri aslında çok yaygın, ama Türkiye’de gösterilenler popüler filmlerdir. Hollywood yapımları animasyonlar geliyor, ama bunları insanlar bir şekilde vizyonda izlemiş oluyor. Diğer ülke filmlerini de, anladığım kadarı ile, çocuklar pek cazip bulmuyorlar. Aile, okul, toplum tarafından çocuğun biraz yönlendirilmesi gerekiyor, toplu gösterimler yapılabilir. Böyle bir çalışmanın yapılması için, sanırım bir süre daha beklenmesi gerekecek.

Sizce Türkiye’de neden çocuk sineması yapılmıyor?

Bizde animasyon tekniği henüz gelişmedi. Türk sineması zaten son 15 yıldır kendini toplama aşamasına girdi ve bir şeyler üretmeye başladı. Bu konuda Türkiye’de hareketlenmeler var, Kapadokya bölgesinde çekilen birkaç tane fantastik film biliyorum, vizyona girecek 3-4 Türk filmi var. Hollywood kafasında, “Evde Tek Başına” gibi bir film yapmak için bile, evde kurdukları düzenek, bebeğin arabaların arasından geçmesi, hırsızlarla yaşanan sahneler, aslında ince ince düşünülmüş teknik detaylardır. Bizim sinemamızda bunlar ne yazık ki henüz mevcut olmadığı için çekilemiyor. Yine de bu açılışın olduğunu, ileriki yıllarda daha çok çocuk filmi göreceğimizi düşünüyorum. Çocuk sineması olmalı ülkemizde, çok isterim.

Siz çocuk filmi yapmayı düşünüyor musunuz?

Ben çocuk filmi senaryosu yazmayı isterim, ama çocuk filmi çekmek çok zor. Benden birinin talep etmesi ile çalışabilirim. Film daha çok bir takım teknik birikimler gerektiriyor. Mesela, animasyon mu yapacaksınız, konulu film mi çekeceksiniz, fantastik film mi çekeceksiniz? Animasyon, onun koşullarını oluşturabilmek, zaten çok zor bizim ülkemizde. Ben kitaplarımın filme çok uygun olduğunu düşünüyorum, ama bu gibi çalışmalar için ülkemize bir Miyazaki gerekiyor.

Çocuk kitaplarının sinemaya aktarılması konusunda ne düşünüyorsunuz? Bunun çocuğun hayal gücünü zayıflatması ya da zenginleştirmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?

Ben yabancılaştırmıyorum, birebir buluyorum. Kitap ile filmi çok ayırmıyorum, zaten kitaplarımı bir filmin içindeymişcesine yazıyorum. Kitap, benim için tek başına yapılan bir eylemdir ve çocuk filmleri onun görsele dönüşmüş halidir. Kitap uyarlamaları yapılıyor, ama çocuk edebiyatı bu konuda zayıf kalıyor. Ülkemizde çocuk sinemasından söz edemediğimiz için, çocuk uyarlamalarından da söz edemiyoruz. Böyle çalışmaların hayal gücüne çok katkısı olduğunu ve ülkemizde de yapılması gerektiğini düşünüyorum. Kitap çocuğa başka bir hayal gücü sunar, ama o hayal gücünün perdedeki yansıması çocuğa başka bir hayal gücü yaratabilir.

Çocuklar ile ilgili yeni projeleriniz var mı?

Benim yazdığım ve bekleyen kitaplarım var. Biriktirmeyi pek fazla sevmiyorum ve onlar basılsın ki ben yeni kitaplar yazabileyim. Daha çok gençler için yazdığım, yeni romanım “Leylalı Haller” çıktı ve onun ikincisini yazmaya başladım, ne zaman biteceğini bilmiyorum. Bir gençlik romanı, bir çocuk romanı olarak gitmeyi tasarlıyorum. Çocuk kitapları çok keyifli, benim sığınabileceğim bir dünya, ama onlara da yayıncıların biraz yetişmesi gerekiyor.

Çocukken hangi kitapları okudunuz, hangi filmleri izlediniz?

“Küçük Prens”i, “Şeker Portakal”ını, herkesin okuduğu diğer kitapları okudum, ama“Uzun Çoraplı Kız Pippi” çocukluğumdan bugüne daha fazla taşıdığım bir kitaptır. Belki karakter çılgın, herkesin sevmediği, ama bir yandan da kendi yolunu çizebilen bir kız olduğu içindi. Kemalettin Tuğcu, Ömer Seyfettin’in acılı kitapları da bize eşlik etti. Abim çizgi roman hayranıydı, ben de onun yanında “Texas”, “Tommiks” gibi çizgi romanları ezberlemiştim artık, çok severdim. Eskiden bu kadar bolluk yoktu, ben bulduğum kitabı okuyordum.

Kasabada büyüdüğüm için, sinemaya gitme imkanım pek yoktu. Yeşilçam Filmlerini çok izledim. Televizyonda gördüğüm kadarı ile takip edebiliyordum. Ayı (Bear) vardı, bir ayının hikayesi anlatılıyordu, doğada geçiyordu ve beni çok etkilemişti. Belki sonrasında çocuk çevre kitapları yazmamda da etkili olmuştur çünkü doğayı, çevreyi, doğada geçen kitapları ve filmleri seviyorum.

Çocukluktan taşıdıklarım az aslında, ama daha çok sokaktaydım. Bizim zamanımızda “sokak kültürü” vardı ve bu da keyifliydi.

Şu an, bir yetişkin olarak hangi çocuk kitaplarını beğeniyor, hangi çocuk filmlerini izliyorsunuz?

Yazdığım süreçlerde çok fazla çocuk kitabı okumamaya çalışıyorum. Yayınevimin önerdiği, fikrimi söylememi istedikleri kitapları okuyorum. “İyi Kitap”a yazdığım kitapları okuyorum. Yeni çıkan çocuk kitaplarını takip etmeye çalışıyorum.

Film olarak, sinemanın gelişimini anlatan “Hugo” kitabının filmini çok severek izledim ve çok etkilendim. Bir çocuğun sinemayla kurduğu derin sihri çok güzel anlatan bir filmdi, aynı zamanda siyah-beyaz çizimler ile desteklenmiş kitabı da çok güzeldi. Hem kitabın, hem de filminin son dönemlerde bende etki bıraktığını söyleyebilirim.

Yazmaya ve sinemaya ilgi duyan bir çocuğu yüreklendirmek ve bu ilgisini ortaya çıkarmak için neler önerebilirsiniz?

“Çok okuyun” aslında beylik bir laftır ama ben okumanın çok artılarını gördüm. Okuduğumuz şeyler zihnimizde birikiyor ve bir şekilde bugünlere taşınıyor, yazarken bunu çok fark ettim. Görsel algılarının olması için film izlemelerini öneriyorum. Televizyon değil, ama sinema bunu onlara sağlayacak bir araçtır. Ben, bir noktaya kadar çocuğa her şeyin öğretilmesi taraftarıyım. Çocuk sonrasında kendi yolunu kendi çizmeli, yani bilgiyi vermeli ama ne kadarını depolayacağına kendisi karar vermelidir.

Okullarda “Sinema Kulüpleri”, belli imkanlar var ama çoğu zaman okullar ona ulaşacak çocukları bulmakta zorlanıyor. Çocukların kafasında “bir film çeksem” vardır, ama bunu hayata geçirecek doneleri kendileri yaratamazlar. Anne-baba bu konuda biraz yetersiz kalabilir. Çocukları ilk aşamada okulların, öğretmenlerinin yönlendireceğini düşünüyorum. Çocuklar için sinema kurslarını takip edebilirler, bundan önce çocuklar için sinema kitapları okuyabilirler. Olgunlaşması gereken bir şey aslında. Çocukken bir şeyler yapmak istersin, ama sizinle birlikle büyüyüp, onun da olgunlaşması gerekir. Çocuklar ve herkes onu olgunlaştırmaya müsait bir yapıdalar ve onlar için hayal ise peşinden gitmeleri gerekiyor.

Yazarın Kitapları: Köpük Ülkesi, Ağlayamayan Bulut, Son Kurşunkalem, Renkli Penguen, Uzaylı Çocuk, Ayak İzi Ülkesi, Eldiven ve Kar Tanesi, Zamanda Yolculuk, Nasreddin Hoca, Küçük Sinemacılar, Benim Trafik Kitabım, Koca Devin Koca Meyveleri, Mışıl Suyu, Duman Çetesi, Dansçı Kerata, Ajan Bilbo, Dansçı Caretta, Leylalı Haller

-Behiç Ak

Bu seneki kitap fuarı ve teması hakkında neler düşünüyorsunuz?

Çocuk edebiyatının seçilmiş olması çok güzel, çünkü çocuk edebiyatının bir edebiyat türü olarak kabul edilmesi Türkiye’de çok yeni. Aslında, çocuklar bunu kendi kendilerine kabul ettirdiler. Eskiden çocuklara pek fazla değer verilmiyordu, ama son 10 yıl içinde toplumda çocukların da belli bir özerk alan kazanması ile, çocuk edebiyatı türünü artık birçok yayınevi kabul etmek zorunda kaldı. Hatta bazı yayınevleri biraz hazırlıksız yakalandı. Bunu çok uzun zamandan beri sistematik olarak, iyi editörler ile yapan yayınevleri öne çıkıyor. Biraz gecikmiş de olsa, böyle bir temanın seçilmesi çok doğru.

Çocukların, öğrencilerin katılımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok iyi buluyorum, çocuklar sadece eğitimcilerin yönlendirmesi ile değil de, kendi seçimlerini yapabilir hale geldiler. Mesela, çocukların hoşlandığı, kendilerinin seçtiği yazarlar var ve bu çok önemli bir şey.

“Gülümseten Öyküler” serinizin son kitabı, “Geçmişe Tırmanan Merdiven”den biraz bahseder misiniz? Kitabınızı yazarken nelerden esinlendiniz?

Çocuklar ile yazarlar arasındaki ilişkiyi anlatan bir kitap. “Gülümseten Öyküler” dizisinin tüm kitaplarında, başrolün sadece çocuklara ait olmasını istemedim ve büyüklere de başrol verdim. Genellikle çocuk kitaplarında sadece çocuklar başrol oluyor, ben çocuklar ve yetişkinler arasındaki ayrımı kaldırmaya çalışıyorum ve onları eşitliyorum. Büyüklerin de, çocukların da bu kitapları okumalarını istedim ve galiba başarıya da ulaştı.

Yazarken, şehir içindeki birçok detaydan esinlendim. Mesela, bir tankerin kıyıya çarpmasından, tek bir insanın kişiliğinin gizli saklı yönlerinin olmasına kadar birçok şeyden, hem buradaki, hem yurtdışındaki deneyimlerimden etkilendim.

Sizin için yazma ve çizme hep aynı çizgide mi ilerledi?

İkisini de seviyorum ve ikisini birlikte yapmak çok güzel bir şey. Bazen birbirinden farklı pratikler gibi gözüküyor ve aslında öyle de. Şimdi Karşı Sanat’ta bir sergi hazırladım ve yazdığım, çizdiğim şeyleri bir araya getirdim. Hem çocuk kitaplarım, hem de büyükler için yapılmış kitaplarım, tiyatro oyunlarım, film çalışmam, karikatürlerim var. Ben de ilk defa hepsini bir arada görüyorum, bu da benim için ilginç bir deneyim.

Yazarın Kitapları: Karikatür Kitabı, Güneşi Bile Tamir Eden Adam, Alaaddin’in Geveze Su Boruları, Kedilerin Kaybolma Mevsimi, Vapurları Seven Çocuk, Havva ile Kaplumbağa, Pat Karikatür Okulu, Galata’nın Tembel Martısı, Akvaryumdaki Tiyatro, Buzdolabındaki Köpek, Geçmişe Tırmanan Merdiven, Yüksek Tansiyonlu Çınar Ağacı

-Betül Sayın

Bu seneki kitap fuarı ve teması hakkında ne düşünüyorsunuz? Nasıl bir değerlendirme yaparsınız?

Bu seneki temanın çocuk kitapları olmasını, onlara gereken önemin verilmesi açısından oldukça önemli buluyorum. Çocuk kitapları hep ikinci planda tutulmuştur. Oysa, özellikle benim alanım olan 3-8 yaş grubu resimli çocuk kitapları, çocuk edebiyatına girişin ana kapısıdır. Çocuk kitapla iletişim kurmaya orada başlar ve çocuğu çeken ilk olarak görselliktir. Bu yüzden bu seneki fuarı çok önemli ve anlamlı buluyorum.

Çocuk kitaplarında illüstrasyonun ve resmin, anlatımın derinleşmesinde önemi nedir?

Çocuk , ilk olarak resim ile kitaba yaklaşır. Bu yüzden, resimlerin nitelikli olması ve resimlerle beraber metnin de aynı niteliği barındırması, çocuğun edebiyata doğru giriş yapması açısından önemlidir.

Çocuk kitaplarında yazar ve çizerin uyumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yayınevinin yazar ile anlaşıp, herhangi bir illüstratöre resimletmesi yanlış bir davranış. Yazar ve çizerin birlikteliği çok önemlidir. Bir proje olarak bakmak gerekir. Konuşarak ortak paydalarda buluşulur, yazar ve illüstratör birbirlerinin ruhunu ve beynini iyi tanır. Benim avantajım hem yazıp, hem resimlemek oldu.

Çocuk kitabı yazarlığına nasıl geçiş yaptınız?

Kızım dünyaya geldikten sonra çocuk kitapları ile tanıştım ve bambaşka bir dünya açıldı. Resim ise hayatımda hep vardı, amatör olarak yapıyordum. Önce resimleyerek, illüstratör olarak başladım ve yazarlık da onun ardından geldi.

Kendi kitaplarınızın hem yazarı hem de çizeri olmanın avantajlarından bahseder misiniz?

Bir hikaye oluşturmaya, önce görsel olarak tasarlayarak başlıyorum. Daha sonra görsellikteki konuyu ve konsepti metin haline dönüştürüyorum. Bu da bana yazarken başka kapılar açıyor.

Yazarın Kitapları: 5 Çocuk 5 İstanbul, Köstebek Kuki

-Burcu Aktaş

Bu seneki kitap fuarını ve temasını bir editör ve yazar olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çocuk edebiyatının altında aslında bir kaygı var ve son dönemde bir kırılma yaşandı. Yeni yazarlar, illüstratörler yetişti. Temaya uygun olarak, fuara ağırlıklı olarak öğrencilerin katılımını görüyoruz. Tema çocuk, çocuğa hitap eden etkinlikler çeşitlendirilebilirdi. Konu çocuk olduğunda zaman her zaman daha fazlası yapılabilir. Her sene umutlu bir bakış açısı ile ilerlediğimizi söyleyebilirim.

Dijital Kitap ve bunun çocuklar üzerinde etkisi hakkında neler düşünüyorsunuz?

Dijital Kitap, ister istemez dünyada yaygınlaşan bir oluşum ve olabilir. Tabi ki kağıt mı dijital mi derseniz, herkesin farklı görüşleri vardır ama ben kağıdın yok olacağını düşünenlerden değilim. İkisi farklıdır. İlerledikçe, kuşaklar değiştikçe ve günümüzde yetişen kuşağın teknoloji ile birlikteliğini düşürsek, benim kuşağıma göre bir e-kitap olarak okumaları çok daha kolaydır. Bu açıdan bakarsak kitabın okunmuş olması çok daha önemli. E-kitap olarak ya da kitaptan okusun, önemli olan bunun nasıl oturtulduğudur. Bunlar yapılırken, telif haklarının, yazarların, kitapların korunması önemlidir. Bu Türkiye’de ve dünyada çok yeni, 3 sene kadar önce Almanya’da Frankfurt Kitap Fuarı’nda, yayıncılar açısından e-kitabın dünya çapında yüzdeleri yeni yeni belli olmuştu.

Gazeteler internet gazeteciliğine doğru yol alıyor ve bu yola doğru gidecektir. Bunun artıları-eksileri olacaktır ve bir şekilde ayak uydurulacak, ama bu olurken kaybedilmemesi gereken, sabit bazı şeyler var. Anlatım dili, üslup çok önemlidir, bu şartla herhangi bir metin dijital ortamda okunabilir.

Benim kişisel tercihim, bir kitabı ellemek, koklamak, altını çizmekten yana, ama bu yeniliklere ayak uydurmayacağım anlamına da gelmez.

Bir editör olarak bakınca, gazetelerin kitap eklerinde çocuk kitaplarına sizce ne kadar yer veriliyor?

Eskilere göre daha çok yer veriliyor, fakat yine de yeterli değil. Cumhuriyet Kitap, Radikal Kitap, Vatan Kitap gibi aslında tüm kitap ekleri, kitap tanımları ile yer vermeye çalışıyor. Birçok öğretmen ve aileler de, kitap eklerinden kesip saklayıp, öğrencilerine ve çocuklarına tavsiye ettiğini söylüyor. Bunlar yine de ufak gelişmeler, biraz da çocuk kitaplarını o sayfalara hapsolmaktan çıkarmak lazım.

Türkiye’de dergicilik sorunlu bir alan, çocuk kitapları o sayfalarda yer bulmuyor ama başka kitaplara dair yazılar da yer almıyor ve dergiler zamanla kapanıyor. Aslında, bu tek başına çocuk kitaplarının yaşadığı bir sorun değil, ama çocuk kitapları her zaman bu sorunları daha fazla yaşıyor. Bu konuda yavaş da olsa bir ilerleme yaşadığımızı düşünüyorum.

Sizce nitelikli bir edebiyat kitabı nasıl olmalıdır?

Sevdiğim kitaplar, beni başka dünyalara götüren, bana kapılar açan, benim için çok anlamlı, üslubu, dili ve anlatımı önemsediğim şekilde ise, evrenselse, dönüp kendini tekrar okutuyorsa niteliklidir benim için.

Editör olmanın yazarlığınız üzerinde ne gibi etkileri oldu?

Editörlüğün yazarlığıma olan en güzel etkisi, beni yazı ve okumakla ilgili terbiye edip, hayatımı ikisi ile iç içe geçirmeyi sağlaması oldu. Her zaman editörlüğün artı yönlerini almayı tercih ediyorum; başka birinin metnini çalışırken bir şeyler öğreniyorsunuz, sonra onu kendi metninizi çalışırken daha fazla üzerine bir şeyler ekleyerek, öğrenerek ikiye katlayabiliyorsunuz.

Geçen sene, ilk kitabınız “Çarpık Ev”i yayınladınız. Kitabınızı nelerden esinlenerek yazdınız, konusu nedir?

Çarpık Ev’e bir şehir hikayesi diyebiliriz. “Gerçekten bakmazsan göremezsin” diye bir mottosu var. Gördüğümüz şeylerin arkasında farklı hikayeler olabileceğini anlatmak istediğim için yazdım. Biraz da şehir hayatında yaşarken, birbirimizi ne kadar ötekileştirdiğimizi, bir macera ile anlattım. Çarpık Ev, bir macera yaşarken bir alt metne de sahip; apartman ya da site çocuklarının günümüz hayatında neler yaşadıklarını anlatırken, şehir hayatının kedilere, köpeklere, kuşlara, çocuklara neler yaptığını anlatıyor.

Çocukken hangi çocuk kitaplarını okuyordunuz?

“Pıtırcık” favori kitaplarımdan biriydi. Jules Verne en sevdiğim yazarlardandı. “Gizli Bahçe”yi çok severdim. Çocuk kitabı okumanın bir yaşı yoktur, bunun altını çizmek isterim. Yetişkin biri olduğumda okuduğum çocuk kitaplarında, her yazarın sevdiğim başka bir özelliği var. Behiç Ak’ın hikayeciliğini, Görkem Yeltan’ın hayal gücünü, Yalvaç Ural’ın dille kurduğu ilişkiyi, Nihal Enden’in “Momo” kitabını, Janosh’un “Vayy Panama Ne Güzelmiş” kitabında anlattığı yerin sadeliğini, yani başka bir yazarın başka bir yönünü seviyorum. Hepsinden başka bir şey çıkarabiliyorum, belki en güzel tarafı da budur.

Yazarın Kitapları: Çarpık Ev

-Çiğdem Maner

Bu seneki kitap fuarı ve temasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Teması çocuk olduğu için çok mutluyum çünkü herkesin eğitimi çocukluktan itibaren başlıyor ve çocuklara yeterince kitap okutulmuyor, sevdirilmiyor, çocuklara önem verilmiyor. Kitap fuarında da gözlediğim, öğretmenler öğrencilere “kitaplara dokunmayın” diye sesleniyorlar. Halbuki tüm stantlar bundan şikayetçi ve öğrencilerin gelip bakmalarını, dokunmalarını, kitaplar ile haşır neşir olmalarını istiyorlar. Bu yüzden temayı çok doğru buluyorum. En azıdan, iki senede bir tekrarlanması gerektiğini düşünüyorum. Bir üniversite hocası olarak, öğrencilerin kitap, dergi, gazete okumadığını görüyorum. Okuma sevgisi küçük yaşlarda kazanılıyor ve çocuklar buraya büyük bir heyecanla geliyorlar. Bu tabloyu görünce tüylerim ürperiyor ve zaten bu yüzden çocuklar için kitaplar yazıyorum. Arkeolojiyi, tarihi sevmelerini istiyorum.

Çocuklar için bilim kitapları yazma fikri nasıl ortaya çıktı?

Bu fikir 10 sene önce kafamda oluştu. Türkiye’de çocuklara tarihi, arkeolojiyi sevdiren, aynı zamanda Türkiye’deki medeniyetleri, tarihi anlatan çocuk bilim kitaplarının olmadığını gördüm. Benim çocukluğum Almanya’da geçti ve böyle kitapları oradan bildiğim için, bunun büyük bir eksiklik olduğunu gördüm. Ben arkeoloğum ve lisedeyken tarih dersinden pek hoşlanmazdım. Çocuklara bunu nasıl sevdireceğimi düşündüm ve yazmaya başladım.

Şimdi okullara davet ediliyorum, çocukların soruları oluyor, kitapları okumuş oluyorlar ve ben çok mutlu oluyorum. Hatta, üniversitedeki öğrencilerimden daha heyecanlı olduklarını söyleyebilirim.

Kitaplarınızdan biraz bahseder misiniz?

İlk çıkan kitabım “Mezopotamya” oldu. Daha sonra “Hititler”, şimdi de baharda, “Tarih Öncesi Dönemde İstanbul” çıkacak. İstanbul’u gerçekten paleolitik çağdan bu güne kadar anlatan bir kitap, ama hikaye şeklinde değil. Tarihin çocuklara hikayeler ile anlatılmasını problemli buluyorum, hiç bilimsel olmuyor. Çocukları çocuk yaştan itibaren biraz bilime alıştırmak gerekiyor, o yüzden bu şekilde yazıyorum.

Yazarın Kitapları: Tarih Canavarı – Tarih Öncesi, Ejderha Tuşpa, Tarih Canavarı Hititler, Tarih Canavarı Mezopotamya

-Erika Bartos

31. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı ve fuarın teması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Değişik, renkli bir fuar olduğunu düşünüyorum ve çok beğendim.

Çocukların söyleşinize olan katılımlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kitaplarınıza, çizgi filminize olan ilgilerini nasıl karşılıyorsunuz?

Ben bu kadar ilgiyi beklemiyordum. Söyleşiden önce, 1 saat boyunca çok sayıda çocuk geldi ve kitaplarımı imzalattı. Kitabı alamayanlara, resim kağıdı verdim ve onu imzaladım. Çok mutlu oldum.

“Anna, Peti ve Gergö” serisi ile, 2010’da Macaristan’da “10 Yılın En Başarılı 50 Kitabı” yarışmasında Birincilik Ödülü, 2011’de “Sevecen ve Tomurcuk” çizgi filmi ile Jiangyini Uluslarası Çoçuk Çizgi Filmleri Festivali’nde En Başarılı Kısa Film Ödülü aldınız. Çocuklara bu kadar çok hitap edebilmeyi nasıl başarıyorsunuz?

Ben de dünyaya çocuk gözü ile bakıyorum ve bu işimi çok kolaylaştırıyor, çocuklar ile hemen ilişki kurabiliyorum. Küçük yaşta çocuklara yönelik kitaplar yazdığım için, zaten kendimi ifade ediyorum.

Çocukken hangi kitapları okudunuz?

Çek Cumhuriyeti’nden “Küçük Köstebek” masalını çok severdim ve onun çizgi filmi var.

Yazarın Kitapları: Anna, Peti ve Gergö Serisi, Uğurböceği Sevecen ile Salyangoz Tomurcuk Dizisi

-Fadime Uslu

Öykü üzerine inceleme ve eleştiri yazıları da yazan bir yazar olarak bu seneki kitap fuarını ve temasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok çok iyi buluyorum, çünkü edebiyat cephesinin dikkatini çocuk ve gençlik kitaplarına çekti. Farklı alanlarda eleştiri veya okuma yapan insanlarda bile, “Çocuk ve gençlik edebiyatında neler yapılıyor acaba?” şeklinde bir algı oluştu. Fuara hazırlanan tüm kitap eklerine baştan sona baktığımızda, bir hareketlenme görüyoruz. Türkiye’de çocuk edebiyatı bir şekilde oturmuş durumda, ama gençlik edebiyatı üzerine hala kavram olarak tartışmalar yaşanıyor ve bu konuda söyleşiler, paneller düzenleniyor. Bu anlamda oldukça iyi buluyorum.

Yazmak isteyen çocuklar için, ebeveynlere ve öğretmenlere ne gibi tavsiyeler verebilirsiniz?

Çok okumalarını ve çocuklar ile birlikte okumalar yapmalarını öneriyorum. Çocukları ne yazarsa yazsın, nasıl bir dünya kurarsa kursun, kesinlikle eleştirmeden ve yargılamadan, teşvik etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda yarışmalar önemli bir nokta çünkü bir hevesi ve heyecanı da beraberinden getirir, çocukları teşvik edebilir. Bir de, “çözümleyici okumalar” yapmalarını öneriyorum. Anne, baba, yakın çevresi, öğretmenleri ile beraber yapabilirler.

Eleştirmenliğinizin yazarlığınız üzerinde etkisi ne oldu?

Eleştirel bakıyorsunuz ama yazdıklarınıza da dili kullanma, kurguyu oluşturma gibi farklı noktalardan bakabiliyorsunuz, yine de emin olamadığınız yerler oluyor. Bu noktada da editör devreye giriyor, usta bir editör ile beraber çalışmak çok önemli.

“Çat Kapı Dayım” kitabınızda okurlarınıza neler aktarmayı amaçladınız? Karakterleri nasıl oluşturdunuz?

Şeyma, yaşı itibariyle kendi, arkadaşları ve ailesi ile çatışmalar, büyümenin getirdiği değişimleri yaşıyor. Çevresinde kızlar ile ilgili bir takım yargılar var, onların kalıplarına pek girmek istemiyor ve içinde hep sorgulama durumu devam ediyor. Bu durumları yazarak, kendi dünyasında aşmaya çalışıyor.

Emir Dayı, ona hayata bambaşka bir noktadan da bakabileceğini söylemek istiyor. Ben de küçük yaşlarda yazmanın peşindeydim ve bir rehber olmasını da istedim. Tıpkı Emir Dayının yaptığı gibi, koluna girsin bu kitap ve ona bir şeyler göstersin diye düşündüm.

Çocukken size rehberlik eden kitaplar hangileriydi? Şu an hangi çocuk kitaplarını okuyorsunuz?
Küçükken bana olan etkisini, en net şekilde hatırladığım kitap “Tom Amca’nın Kulübesi”ydi. Daha sonraki yıllarda Peyami Safa’nın “9. Hariciye Koğuşu”ndan etkilenmiştim. Hatta rüyamda, hiç tanımadığım Peyami Safa’yı görmüştüm. Etkileniyorsunuz, gözlemler yapıyorsunuz. Üretim dönemimde, beni en çok etkileyen Christine Nöstlinger olmuştu. Onun kitaplarını, çocuk edebiyatındaki duruşunu, eleştirel bakışını çok beğeniyorum.

Sizin kimliğinizin oluşmasında ve bir çocuğun kimliğinin oluşmasında edebiyatın etkisi nedir?

Sade edebiyat değil, sanatın bütün dalları çok etkilidir bence. İyi bir resim ve o resme bakarken yaşadığımız sanatsal süreç ve aynı şekilde tiyatro, sinema için de geçerlidir. Onun için, popüler olandan daha uzak bir noktada, iyi eserler ile tanışmak bizi biz yapıyor. Her şeyden önce hayata estetik bakıyoruz. Sanatla, estetikle sıradan algının ötesine geçiyoruz. Edebiyat da bunun en önemli yoludur. Sözcüklerle, dille kurulan dünyanın kişilik oluşumunda, bakma ve görme biçiminde etkisi çok başkadır.

Yazarın Kitapları: Çat Kapı Dayım, Gölgede Yaşamak, Büyük Kızlar Ağlamaz, Sokağın Kuyruğu

-Funda Özlem Şeran

Bu seneki kitap fuarını ve temasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kendimden biliyorum; okuma sevgisinin tohumları daha çok çocukken atılır. Bu yüzden bu seneki kitap fuarı çocuklar için çok heyecan verici oluyor. Ben okul ile geldiğimiz zaman çok heyecanlanırdım ve aynı heyecanı şimdi çocuklarda görünce, gelecek için umut doldum. Bu yüzden, temanın “çocuk ve gençlik edebiyatı” olması çok güzel. Umarım bundan sonraki adımlarda da çocuk ve gençlik edebiyatına ciddiyetle yaklaşılır.

Derslere ilgisi zayıf olan çocuklar için ebeveynlere ne