Kültür Sanat

Süleyman Bulut Röportajı

Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
1954 yılında Beyşehir Gölü kıyısında (Konya) Tolca Köyü’nde doğdum. İlkokulu köyde okudum. Bu dönemde ders kitaplarının dışında bir kitap görmedim ama bol bol masallar, Mevlâna öyküleri ve Nasreddin Hoca fıkraları dinledim.

Ders kitaplarının dışında bir kitapla, bir romanla, bir öykü veya şiir kitabıyla, ortaokul için gittiğim Beyşehir’de tanıştım. Orada bir halk kütüphanesi olduğunu öğrendim. Gittim, üye oldum. Ders kitaplarının dışındaki ilk kitabı, bu kütüphaneden alıp okudum: Adı “1001 Gece Masalları” idi. Okumayı çok sevdim. Bu başlangıç, Reşat Nuri, Ömer Seyfettin, Refik Halit külliyatıyla devam etti. Beyşehir’de kaldığım ortaokul ve lise yıllarımda, halk kütüphanesinin en çok kitap alan üyesiydim. Daha sonra üniversite için İstanbul’a geldim; İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne kaydoldum.

Çocuk kitapları yazmaya nasıl karar verdiniz? Sizi özellikle çocuk kitaplarına çeken ne oldu?
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne kaydolduğumu söylemiştim. İktisat, adı üzerinde ağırlıklı olarak rakamlarla öğrenim yapılan bir alan. Seçtiğim okuldan dolayı rakamlarla fazlaca haşır neşir olmaya başlayınca, aslında rakamlardan çok harfleri sevdiğimi anladım. O zaman, kendi kendime dedim ki: “ Madem harfleri daha çok seviyorsun, o zaman, onlarla ilgili bir alanda kendini geliştir, o alana yoğunlaş!” Öyle yaptım. Böyle söylüyorum diye yanlış anlaşılmasın, hani, bir gün oturup, “Ne yapayım, ne yapayım, ne yapayım?” diye düşünüp, “Ben, en iyisi yazar olayım,” şeklinde alınıp, uygulamaya geçilmiş bir karar değil bu. Orta ve lise dönemimde başlayıp, üniversitede devam eden, sevdiğim için yaptığım yoğun okumalar olmasaydı, çok istesem bile yazmam mümkün olmazdı. Şunu da ekleyeyim: Bütün bu okuma dönemlerinde yazar olmayı aklımın ucundan dahi geçirmiyordum. Hayallerimi hep başka şeyler süslüyordu.

Ne zamandan beri çocuk kitapları yazıyorsunuz? İlk kitabınız olan “Kar Tanesi” hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Yazmaya, uzatmalı üniversite yıllarımın sonlarında başladım diyebilirim. Daha önceleri her genç gibi şiir yazmaya çalıştığım dönemler oldu, ancak istediğim şiiri bir türlü yazamadığımı gördüğüm için, onları saymazsak, asıl yazmaya çocuk edebiyatıyla başladım diyebilirim. Çocuklar için radyo oyunları ve çocuk kitapları yazarak… “Kar Tanesi” de yazdığım ilk çocuk kitabım. Çocukluğumda çok kar yağardı bizim bölgeye. Okula karlar içinde, bata çıka giderdik. Çok yakın arkadaş olurduk kar taneleriyle. Sonraki yıllarda onların hayat öyküsünü derslerde ve kitaplarda öğrendikçe… Doğa yasasının bir gereği olarak, sudan buhara, buhardan yağmura, yağmurdan kara, kardan buza dönüşmeleri çok sihirli bir olay gibi gelirdi bana. İlk kitabımın konusu, suyun bu sihirli dönüşümüydü işte…

Geçtiğimiz yıllarda çocuk programlarına radyo oyunları yazdığınız biliniyor. Bu dönemden ve yazdığınız radyo oyunlarından bahseder misiniz?
Benim çocukluğum radyo dönemiydi. “Arkası Yarın”ları, “Çocuk Bahçeleri”ni dinlemek, hele en iyi seslerden! Radyo oyunlarının bir güzel tarafı vardır: Dinleyene, dinlediğini çok geniş şekilde hayal etme olanağı tanır; seni olayın içine katar. Meraklı ve iyi bir radyo dinleyicisi olarak, İstanbul Radyosu için” Çocuk Saati” ve ”Çocuk Bahçesi” programlarına küçük oyunlar yazdım. “Arkası Yarın” programı için de dizi oyun; büyükler için. Özgün oyunlarım dışında kitaplarımdan uyarlamalar da yaptım. Şöyle hoş bir anım vardır: Askerliğimi yapmak için, yedek subay olarak Muş’a gittiğimde, eşimle beraber bir hafta ev bulamadık. Kimse tanımadığı birine evini kiralamak istemiyordu. Bir gün yine kiralık evi olan bir ailenin kapısını yorgun, bezgin, umutsuz şekilde çaldık. Kapıyı evin hanımı ve yetişkin kızları açtı. Kendimizi tanıtıp, kiralık ev için geldiğimizi söyleyince evin hanımı, “Beyim akşama gelir, akşama gelin” dedi. “ Bu da olmayacak galiba” diye düşünüp, tam dönüyorduk ki, genç kızlardan biri, çekine çekine, “Sizin radyoda bir oyununuz oynuyor mu?” diye sordu. Şaşırdım. “Evet, var ama-” diye kekelemeye çalışırken, bu kez, “Adı Sarıtay mı?” diye sormasın mı? Kalakaldım. Sarıtay, bir ya da iki yıl önce İstanbul Radyosu’nda yayınlanmıştı! Nerden bildiğini sorunca, hemen açıkladı: “Şimdi oynuyor, Diyarbakır Radyosu’nda… Dinliyorum ben.” O yıllarda İstanbul ya da Ankara’da seslendirilen oyunlar, daha sonra, bölge radyolarında da yayınlanırdı. Genç kız bizi, “Siz akşama gelin; merak etmeyin, biz babamı ikna ederiz ” diyerek uğurladı. O akşam gittik ve evi tuttuk, Sarıtay sayesinde.

Bugüne kadar yazdığınız çocuk kitaplarından kısaca bahseder misiniz?
Çocuk romanları, öyküler, masallar, oyunlar, bilmeceler yazdım. Yayımlanmış yirmiye yakın kitabım var. Tür konusunda özel bir tercihim yok. Fikri, en iyi hangi türde işleyebileceğime güvenirsem, o türde yazıyorum. Öykü olarak başladığım bir çalışmayı roman olarak, ya da oyun olarak tamamladığım durumlar da oldu, tersi durumlar da. Yazdıklarımdan genel olarak bir ortak payda çıkarmak gerekse, hayal gücü ve masalsılığın daha ağır bastığı söylenebilir. Öte yandan derlemeler de yaptım. “Büyük Atatürk’ten Küçük Öyküler”; Atatürk’ün daha çok insani yönlerini ortaya koyan, anı derlemelerinin, çocuklar için düzenlenmesidir. “100 Deyim 101 Öykü” ve “101 Atasözü 101 Öykü” kitaplarında, deyim ve atasözlerinin ortaya çıkmasını sağlayan öyküleri derleyip, çocuklar için yeniden yazdım. Bilmeceler yazdım bu arada: “Şipşak Bilmeceler”

Bilmeceleri nasıl yazıyorsunuz?
Sözcüklerin yan anlamlarıyla, çağrışımlarıyla, harfleriyle oynayarak… Sözlüğü alıyorum elime, belirlediğim sözcüklerin yan anlamlarından sorular üreterek, oluşturuyorum. Örnek: İki sözcük, diyelim futbol, basketbol. Buradan şöyle bir bilmece sorusu üretiyorum: Futbolla basketbol arasında ne fark vardır? Burada sözcüklerin yazılışına bakarak, şöyle bir sonuç çıkartabiliyorum: Basket farkı vardır. Modern bilmecede cevap; hem ilk akla gelen olmamalı, hem de sürprizli ve eğlenceli olmalı.

Kitap yazmak için konuları nasıl buluyor ya da oluşturuyorsunuz? Nasıl karar veriyorsunuz?
Konu çok da, bütün bunları yazacak kadar zaman yok! Yazar, hayatın her alanından beslenir. Arkadaşının anlattığı bir olay, gördüğü bir şey, okuduğu bir kitap… İlk kıvılcımdır bu. Bir esinlenmedir. Esinlenme deyince… Yazma konusunda, “Esin perisi gelip, yazara dokunur; yazar da esin perisinin esinlediklerini kalemiyle döktürür” gibi yanlış bir anlayış vardır. Şimdi ne kadar yaygın bilmiyorum; eskiden çok yaygındı. Hiç ilgisi yok oysa! Bir öykü ya da romanda, esinlenmenin payı %5’tir; geri kalan %95 çalışmak, çalışmak, çalışmak… Esinlendiğin her neyse, onu öyküye, masala, romana, oyuna dönüştürebilmektir. Bunu yapamazsan, olay aktarmacılığıyla kalırsın.

Sizce iyi bir çocuk kitabının taşıması gereken özellikler nelerdir?
Çocuk kitabı deyince… Çocuk kitabı, yazarın yazdığı metinden ibaret değil. Resimleme, tasarım, tipografi, kapak, baskı, cilt; hepsi giriyor işin içine. Ben işin yazma kısmıyla ilgili fikrimi söyleyeyim: Çocuk kitabı, her şeyden önce bir öykü anlatacak. Öykü anlatmayan çocuk kitabı olur mu? Olur, olur… Öykü değil de, olay anlatan yüzlerce çocuk kitabı bulabilirsiniz. Bu öyküyü, seçtiği yaş grubunu dikkate alarak, dili edebi tonda, doğru ve etkin kullanarak anlatacak. Ne yazdığına verdiği önemden daha fazlasını, nasıl yazdığına verecek. %95 dedim ya biraz önce; o %95 oranı, yazarın nasıl yazmaya ayırdığı çalışma zamanını işaret eder, etmesi gerekir.

Yeni çıkacak olan kitabınızdan bahseder misiniz?
Yayımlanacak kitaplarım… “Şipşak Bilmeceler 2” çıkmak üzere. Birinci kitapta herhangi bir konu sınırlaması yoktu. Bu ikincisi, sadece deyim ve atasözleri üzerine; çocukları deyim ve atasözlerine ısındırmak için. Sonra, çocuk haklarını öyküyle anlatan bir dizi çalışmam var; dizinin ikinci kitabı, “Anne Ben Yapabilirim” hazırlanıyor, hemen arkasından üçüncüsü gelecek. Bir başka çalışma da, “Dilimizin Hazineleri” dizisinden “101 Tekerleme”. O da yayına hazırlanıyor.

Çocuk ile kitap ilişkisini nasıl ifade edebilirsiniz?
Arkadaş ilişkisi olarak tanımlarım. Çocuk arkadaşıyla neleri paylaşır, neleri konuşur, neleri tartışırsa, arkadaşıyla ne hayaller kurar, ne hayal kırıklıkları yaşarsa, kitapla da ilişkisi öyledir, öyle olmalıdır. Okuyanı zenginleştiren, sosyalleştiren bir ilişki, her anlamda.

Çocuk yetiştirirken nelere dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Çocuğu insan yerine koymak… Yerine koymak fazla aslında; çocuk da bir insan, ama bizde çocuk – çok, çok sevilmesine rağmen – pek insan yerine konmadığı için, cümleyi böyle kurmak gereğini duydum.

Çocuklara ve ebeveynlere vermek istediğiniz bir mesajınız var mıdır?
Anne baba, çocuğun yemesi içmesiyle, giyimi kuşamıyla nasıl ilgileniyorsa, kitapla kurduğu ya da kuramadığı ilişkiyle de aynı kararlılık ve süreklilik içinde ilgilenmeli. Çocuğun okumasını, eline kitap vermek olarak görmemeli. Okumaya katılmalı. Çocukla, kitap dolayısıyla da canlı bir ilişki kurmalı.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mıdır?
Türkiye’nin – bazı çekinceler koyarak da olsa – altına imza attığı Birleşmiş Miller Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin dikkatle ve sindirerek okunmasında yarar vardır derim. Bu önemli sözleşmenin adı bilinir de, kendisi pek bilinmez.

Yorumları Göster

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir