TRT 1’de yayınlanan “Kalk Gidelim” programında, her şehri orada yaşayan çocuklarla gezen Esra Alkan, “Çocuğun hayatın içinde olabilmesi için, okuduklarını geziyle pekiştirmesi gerekli” diyor.
Alkan’ın, 41 ilde yaptığı programdan yola çıkarak yazdığı gezi kitaplarında, Düzce, Sinop ve Mardin’den sonra sırada Rize var.
Esra Alkan ile gezi tutkusunu konuştuk; “Kalk Gidelim” programlarında çocuklarla hikâyelerini dinledik. Gezmeyi seven çocuklar ve yetişkinler için de tavsiyeler aldık.
Kalk Gidelim programı tanıtım videosu ve yayın saatleri için http://www.trt.net.tr/televizyon/detay.aspx?pid=16207
Gezme tutkunuz nasıl başladı? Çocukluğunuzda ailenizle gezer miydiniz?
Bazı şeylerin doğuştan geldiğine inanıyorum. 5 yaşından itibaren, yani kendimi bildim bileli hep başka yerleri, insanları merak etmişimdir. Ailecek bir yerlere gitmeyi severdik, babamla Akdeniz ve Ege’yi arabayla dolaştık. Okulda da hep gezileri organize eden taraftım. Üniversitede arkeoloji okurken, ya teorik dersler alıyor ya da kazılara gidiyorduk. İstanbul Üniversitesi Arkeoloji bölümü hiç gezi düzenlememişti. Hocalarımı ikna ettim ve iki otobüs Türkiye’yi dolaştık, bu gezimiz de okul günlerimize sayıldı.
Aslında yolculuk için başka bir kente, ülkeye gitmeniz gerekmiyor. Yaşadığım şehirde hiç bilmediğim sokaklar, mahalleler hep ilgimi çekmiştir, o da bir seyahattir. Oradaki bir insanla iki çift laf ettiğiniz zaman, yeni bir şey öğreniyorsunuz. Dolayısıyla seyahat için ülke ülke dolaşmak, çok büyük zaman ve para harcamak gerekmiyor.
Dünyada 36 ülke dolaştım. Bu ülkelerde turistik olmayan, orada yaşayanların vakit geçirdikleri yerlere gittim. Gezerken kalemim, kağıdım hep yanımda olur. Aldığım notları belki üç yıl sonra kullanırım ama o notlardan beslenirim.
Arkeoloji eğitiminden sonra belgesele nasıl yöneldiniz?
Üniversiteden sonra yiyecek içecek sektöründe çalıştım. İnsanlarla iç içeydim ama sürekli işyerinde olmam gerekiyordu. Çalışırken hobi olarak sinema ile ilgileniyordum. Atıf Yılmaz’ın Eğreti Gelin filminin, dört yıl boyunca yapım danışmanlığını yaptım. Filmin çekileceği yeri bulmak dahil, çekim öncesi her süreçte bulundum. Aynı zamanda, İstanbul Haber Ajansı’na bağlı olarak röportajlar ve yazılar yazıyordum.
İşyerim, elimde olmayan sebeplerle bir gece içinde elimden kaydı ve bunu bir işaret olarak algılayıp hobi olan işimi profesyonel iş haline getirmeye karar verdim. Enerjimi televizyona ve kitaplara verdim.
TRT’ye geçmeden önce Kanaltürk’te bir gezi programı yapıyordum ve program sırasında bir kaza geçirdim. Altı ay boyunca yürüyemedim ama oturduğum yerden yürüyeceğim zaman nerelere gidebilirim diye plan yaptım. Çocuklarla olan program da, bu dönemde ortaya çıktı.
“Kalk Gidelim” programında şehri gezeceğiniz çocuklara nasıl ulaştınız?
TRT ilk programa Kastamonu’dan başlamamızı istedi. Eğreti Gelin’i Kastamonu’da çekmiştik ve orada inanılmaz dostluklarım vardı, her şey çok kolay oldu. İlk program yapıldıktan sonra da, diğer çocuklar programı seyrediyorlar ve sizi biliyorlar.
Programdan önce Milli Eğitim Müdürlükleri’ni bizzat kendim aradım. Onlar 10 çocuk belirliyorlardı, içlerinden istemeyenler de oluyordu. Ama bazen o kadar çok programa çıkmak isteyen de oluyordu ki… 4-5 çocukla programı yazmıştım ama Batman ve Ağrı’da 7-8 çocuktan aşağı düşmedik. Bazı illeri 11 çocukla gezdik.
“Şunun şurasında bir hafta beraberiz, biraz daha fazla gayret sarf etsem ne olur” diyordum. Çocuklara, “Tamam olur, programa sizi alırım ama kameranın önüne geçilmeyecek, siz birbirinizi kontrol edeceksiniz ve beni müdahale etme durumunda hiç bırakmayacaksanız” diye söz verdiriyordum. Çocuklar, büyüklere karşılık daha fazla riayet ediyorlar kendi sözlerine.
Okullar da çocuklara izin veriyorlar. Kışın gün kısa, biz sabahın köründe çekime başlıyoruz. Çocuklar 4-5 günlük çekimler süresince okula gitmiyor. Öğretmenler, eğer çocuğun önemli bir sınavı varsa, sınavı erteleyebiliyor. Çok büyük bir dayanışma içinde olduk. Çocuk okula döndüğü zaman, diğer öğrencilere deneyimlerini aktarıyor. Program sürecinde okul müdürü, öğretmenler, anne babalar bir ekip haline geldik.
Programların içeriğini şehri gezeceğiniz çocuklarla birlikte mi oluşturdunuz?
TRT’de “Kalk Gidelim” programına başlayacağım zaman duayenlerden fikir almak istedim. TRT gibi bir kurumda başlayacağım ve televizyon programcılığında çok yetkin değildim. Ama istediğim bir programı yazdım ve hevesli ve kararlıydım.
Her kime anlattıysam, ki onların da beni çok sevdiklerinden eminim, “Nasıl bunun bir program olabileceğini, çekebileceğini düşünüyorsun? Çocuklar ev ve okul arasında gidip geliyor. Hangi çocuk kendi şehrinin arkeolojisini, tarihini, yeme içme kültürünü, sosyal yaşantısını anlatacak?” dediler. “Her il, ilçede bir ay kalırsın, çocuklarla beraber çalışırsın, sonra deneme çekimleri yaparsın. Zira, bu çocuklar hiç kamera deneyimi de olmayan çocuklar” dediler.
Hepsini dinledim ama en küçük şekilde etkilenmedim, ürkmedim. Çocuklara o kadar güveniyordum ki…
Çocuklarla ilk karşılaştığım zaman bir saat kakara kikiri yapıyoruz. İsimlerini öğreniyorum, kendim için bir şeyler söylüyorum. Sonra kimin neye ilgisi var onu tespit ediyorum. Biraz tombişse “Sen yemek yemeyi çok mu seviyorsun? Neleri seviyorsun, hadi anlat bana”. Kayseri’deysek ve mantı seviyorsa “Evde mantıyı kim yapıyor?” “Ninem yapıyor”. “Bu gece, en güzel mantı nasıl yapılıyormuş öğren. Sonra da bize anlat” diyorum, el sıkışıp anlaşıyoruz. “Çocuklar! Kim seviyor tarihi? Eğlenmeyi ve gezmeyi?” ,“Gölleri bana kim anlatacak?”, “Bisiklete binmeyi kim seviyor? Bisiklet yolları nerede?”, “Ormana gidip yürümeyi kim seviyor?” diye soruyorum. Herkesin bir sevdiği var.
Elli altı haftalık programda 41 ili dolaştık. Arkeolojik ve tarihsel zenginlikleri çok olan illerde iki ya da üç hafta yayın yaptık.
Peki, gezdiğiniz yerleri anlatırken nasıl ilerlediniz?
Çocuklara ipuçları veriyorum ve sonra da onlar ne görüyor onu öğrenmek, dinlemek istiyorum. Bir arkeoloji müzesine gittiğimizde önce, ‘O müze hangi dönemden eserleri kapsıyor?’ ‘Müze binasının mimari bir değeri var mı?’ birlikte okuyoruz, ya da ben önceden biliyorsam anlatıyorum. Beraber gezerken çocukları özgür bırakıyorum. Seyrettiğiniz programlarda kesinlikle dikte edilmiş bilgi yoktur. Çocukların başta konuştuklarımızdan yola çıkarak, sonra da gördüklerini yorumlayarak anlattıkları şeylerdir.
Çocuklar yaşadıkları şehri tanıyorlar mı?
Çok çabuk kavrıyorlar. O şehirde doğmuş büyümüş, ama arkeoloji müzesine gitmemiş çocuklar da vardı. Yaşadığı şehrin, milattan önce Hititlerden bu yana yerleşim yeri olduğunu bilmeyen çocuklar vardı. Bilenler de vardı ama bilip bilmemek önemli değil; o saat içinde merak oluşturuyoruz.
Çekim sürecini de anlatır mısınız? Kalabalık bir ekiple ve kamera deneyimi olmayan çocuklarla çalışmak nasıldı?
Çocuklar kamera ve televizyonu oyun olarak gördükleri için son derece rahat oluyorlar. Şayet lise öğrencileriyle çalışsaydım, arkadaşlarımın söylediği “Bu çocukların kamera deneyimi yok, nasıl baş edeceksin? Biri bir şey anlatırken öbürü başka yere bakacak” gibi durumları yaşayabilirdim.
Lise öğrencisinin belki sevgilisi olacak, ‘Saçım nasıl görünüyor?’ diye düşünecek. Kendilerini kasabilirlerdi.
Benim çalıştığım çocuklar ilköğretim çocuklarıydı ve onların güzellik kavramları daha farklı. Bu benim avantajımdı, onlar sadece kamerayı öğrendiler.
Çekimden önce onlara ipucu veriyordum: “Sesler birbiri üstüne binmeyecek, kameraya arkamızı dönmeyeceğiz, birbirimizle konuşuyorsak bile vücut dilimiz cepheden olacak” gibi.. Ve ben bunları söyledikçe çocukların çok hoşuna gidiyordu.
Programlarda üç-dört gün bir yerlerde dolaştıktan sonra, elimizde kağıt kalemler notlar alıyoruz. Diyelim ki bir arkeolojik yapının tabelası paslanmış, ya da kırılmış, çünkü çok ücra yerler de dolaştık, onları not alıyoruz. Tarihi bir yapının restorasyona ihtiyacı var, gezdiğimiz sokaktaki evler pek bakımsız, bunları not ediyoruz.
Program sonuna doğru da belediye başkanı ya da valiyle karşılaşıyoruz. Bir büyüğün söylediği zaman herkesin tüylerinin diken diken olacağı şeyleri çocuklar, “Ama vali amca, biz şunu da not aldık” diyerek söylüyorlardı. Biz oradan ayrıldıktan sonra, “Kalk Gidelim” çocukları o not aldıkları şeylerin takipçisi de oluyorlardı.
‘”Kalk Gidelim” çocukları yakamızı bırakmıyor’ diye telefonlar da geliyordu ama memnuniyetle bunu söylüyorlardı. Çocuklar kendi yaşadıkları şehirde o kadar güzel şeyler yaptırdılar ki, turistik bir şehrin küçük eksiklerini onartmaya vesile oldular.
Bu programa katılmak çocuklarda müthiş bir özgüvene de sebep oldu. Özellikle Doğu’da vali, kaymakam, belediye başkanı ile konuşmayı bile hiç düşünmeyecekken, çekim kurallarını bile söylüyorlardı: “Vali amca sözümüzü kesme sonra çöp olur”. Yani sözler birbiri üstüne konuşulduğu zaman mikrofonlarda anlayamıyoruz ve çok kıymetli bölüm bile olsa yayınlayamıyoruz, dolayısıyla o emeğimize yazık olmuş oluyor, işimiz ‘çöp oluyor’diye benim anlattıklarımı tekrarlamak öğretmek çok hoşlarına gidiyordu.
Çocuklar şehre ilişkin sizin hiç görmediğiniz, aklınıza gelmeyecek noktalara dikkat ediyorlar mı?
Batı ile Doğu’nun çocukları çok farklı. Batı’daki şehirlerde yaşayan çocuk çok şey biliyor, sınavlarda iyi notlar alıyor ama o bilgisini pratiğe, hayata taşıyamıyor. Daha tahmin ettiğimiz şeyler söylüyorlar. Ama Doğu’nun çocukları çok bilgece laflar ediyorlar. Örneğin; Doğu Beyazıt’ta İshak Paşa Sarayı’nı dolaştık ve onun arkasında bir cami vardı. Orası da restore edilmiş ve dolaşmak istedim. Çocuklar beni ısrarla camiye götürmüyorlar. Sonunda bir köşeye çekilip kendi aralarında konuştular ve bana gelip “Esra abla, biz senin burayı görmeni istemiyoruz. Çünkü buranın restorasyonunu hiç beğenmedik” dediler.
Şaşırdım ama “Gidelim, ben de göreyim” dedim. Caminin ikinci restorasyonuymuş, ilk restorasyon hiç beğenilmemiş, sonra tekrar düzeltilmiş. Biz de çekimi caminin kapısında yaptık. Çocuklar mikrofona ve kameraya dönüp “Biz Esra ablamızı buraya sokmak istemiyoruz çünkü yeniden olması gereken gibi restorasyonunu bekliyoruz” dediler. Vali bey de bize yapının restorasyonuna tekrar bakılacağının sözünü verdi.
Gezdiğiniz 41 il içinde büyük şehirler de var mı?
Programın formatında hep Anadolu’ya ağırlık verdim. Anadolu’daki çocukların kendi yaşadıkları şehre biraz daha farklı gözle bakmaları ve ekran başındaki yaşıtlarının da hem onları, hem de o şehirleri bilmeleri bana daha öncelikli geldi.
Programlar sürecinde çocuklardan neler öğrendiniz?
TRT Belgesel’de çocuklar olmadan gezi programları yapıyorum. Şehrin tarihine, sosyal yaşantısına, kültür sanat hayatına ilişkin ipuçları veren bu programları yaparken zaman zaman çok yorulduğumu hissediyorum.
Çocuklarla program yaparken normal şartlarda her kafadan bir ses çıkıyor; kimisi ‘çişim geldi’ diyor, duruyoruz, birinin karnı acıkıyor… Kulağa daha yorucuymuş gibi geliyor ama, çocuklarla program yaparken hiç bir zaman yorulduğumu hissetmedim, bana sürekli enerji depoladıklarını fark ettim.
Diğer yandan, çocuklar öyle gözlemciler ki.. Örneğin sabahları buluşuyoruz, bakışımdan, yüzümün ifadesinden, o gün için bir şeye endişeliysem anlıyorlar. Bir gün Ağrı Dağı’na çıkış için çok bekledik, izin gelmemiş, bir şeylere kafam takılmış. Onu hissediyor ve çok büyük insanlarmış gibi bana bir şeyler söylüyorlar, kafamı dağıtıyorlar. Ya da direk soruyorlar “Ne oldu?” diye. Ben de onlara hiç başka bir şey söylemiyorum, kafamı kurcalayan neyse onu söylüyorum ve oturuyoruz Ağrı Dağı’na izin verilmezse biz yerine hangi program yaparız ona bakıyoruz. Böyle olunca benim endişem kalmıyor. Çocuklar daha kurallarla ve dış dünyanın yaptırımlarıyla haşır neşir olmadığı için, yetişkinlerin halledilmez dediği problemleri de çözüyorlar.
Gezmek çocuklara neler katar? Çocuklarıyla gezmek isteyen ailelere neler önerirsiniz?
“Çok okuyan mı çok gezen mi bilir?” diye bir söz vardır. Biz programın başından beri çocuklara şunu verdik; “Hem gezeceğiz, hem okuyacağız.” Çocuk sınavdan yüz alıyor ama ormana gittiği zaman ağacı tanımıyor. Dereyle, gölü biliyor ama yaylayı tanımıyor, bilmiyor. Çocuğun hayatın içinde olabilmesi için, mutlaka geziyle okuduklarını pekiştirmesi gerekli. Bu gençler için de böyle. Özellikle kentteki çocuklar için, bu daha da elzem.
Seyahat bugün bütçe gerektiriyor ama bu da çok önemli değil. Başka şehirlerdeki akrabalarımıza, çocukların arkadaşlarına çocuklarımızı gönderelim, bundan çekinmeyelim. Eğer meraklıysa kağıt ve kalemini yanından eksik ettirtmeyelim. Fotoğrafla ilgiliyse küçük, basit bir fotoğraf makinesi verelim. Döndüğünde de ailesi için sergi açtıralım, yazı yazdıralım, ya da internete yükleyebilir. Kızım küçükken evde resim sergisi açmıştı, hatta bir resmini de satmıştı, çeşitli şekillerde çocukları heveslendirebiliriz.
Siz kızınızla çok gezdiniz mi?
Programlara başladığım zaman kızım artık bir yetişkindi. Benimle beraber zaman zaman geldi ama çocukken birlikte gezerdik. O, benim kadar gezmeyi sevmiyor. Onun gezdiği yerler farklı ama ortak bir plan yapıp öyle seyahate çıkıyoruz.
Çocuklarıyla seyahate çıkan aileler için neler önerirsiniz?
Aileler çocuğa sorumluluk vermeli; çocuğun ayrı bir çantası, valizi olacak ve valize ne istiyorsa onu koymalı, mevsim dışı şeyler istiyorsa onu da koysun. Çocuğa mutlaka ayrı bir para vereceksiniz. 10 lira verdiniz, gördüğü kartpostalı kendisi alacak, satıcıyla kendisi konuşacak. Çantalarında kendi suları ve yiyecekleri olacak. Biz büyükler bir müzeyi gezmeye başladığımızda bırakıp yemeğe gitmiyoruz ama çocuk acıkıyor, huzursuz oluyor.
Seyahat ederken biz de onlara uyacağız. Yalova programını yaparken, çocuklar lunaparka gitmek istediler. Bir turizm programının içinde lunaparkın ne işi var? O kadar çok istediler ki, gittik. Kurguda da orayı Yalova’nın sosyal hayatının içinde verdik ki, o da şehrin bir parçası.
Çocukların gezmekten zevk alacağı şehirleri bize önerebilir misiniz?
Şehirleri ayıramam, haksızlık olur. Örneğin; siz ‘Yaz olsa da Çankırı’ya gitsem’ demezsiniz. Çankırılılar bana küsmezler çünkü ne demek istediğimi biliyorlar. Halbuki bence kara verin ve gidin. Tuz mağaralarını, çok güzel dağları,yayla göllerini, yüzyıldan fazla tarihi olan ahşap köprüsünü göreceksiniz.
Kendinize “gezgin” diyor musunuz?
Ruh olarak diyorum, ama hala gezdiğim yerleri kendi içimden gelen arzuya göre yeterli bulmuyorum. Şu an turizmin felsefesi üzerine okuyorum ve felsefeci Esat Korkmaz ile birlikte İstanbul Kavram Meslek Yüksekokulu’nda “seyahat felsefesi” üzerine bir derslik açmaya hazırlanıyoruz.Tabii Kavram Meslek Okulu bunun önemini kavrarsa. Ülkemiz de okullar dahi sözde yeniliğe pek açıklar ancak icraata gelince ağırdan alıyorlar. Biz gönüllü insanlarız. O zamanda oluştu oluştu, sonra başka önceliklerimiz geliyor. Birine ya da kuruma öneriyi siz götürürseniz makbule geçmiyor ama onların da aklına gelmiyor;nasıl olacak o halde hayata geçirmek? Çok fazla enerji harcıyoruz kendileri için iyi şeyler yapalım diye. Batıda olsa, hemen anlar peşimizi bırakmazlar. Fakat biz bunların sebeplerini de bildiğimiz için pes etmiyoruz. Biri olmasa diğeri…
“Kalk Gidelim” programlarının devamı gelecek mi?
Çocukları çok özledim ama başka belgesellere başladım. Tunceli, Bingöl, Erzincan üçgeninde çektiğimiz “Munzur El Veriyor” belgeselimizin 10 Nisan’da galasını yapacağız.
Bir yandan Maltepe Çocuk Cezaevi’nde çocuklarla çalışıyorum ve onların yaşamlarını anlatan bir belgesel hazırlığımız var, 23 Nisan’a yetiştirmek istiyoruz. Çocukların çok güzel işlikleri var ve hapishane yönetimi de çocuklara büyük yakınlık gösteriyor. İlk başlarda çocuklar çok konuşmuyordu ama şu an bir yetişkinin ifade etmekten çekineceği şeyleri, özgüvenleri pekişmiş olarak ifade edebiliyorlar.
“Kalk Gidelim” kitaplarından söz eder misiniz? Serinin, Düzce, Sinop ve Mardin’den sonra devamı gelecek mi?
Kalk Gidelim kitapları çocuk kitapları gibi duruyor ama yetişkinlerin de okuyabileceği rehber gezi kitapları. Kitaplarda doğa ve simge yapılar konuşuyor, gerçek tarihlerini anlatıyorlar; mekanlar dilleniyor. Kitabı koltuğunuzun altına alıp şehri gezerseniz, birçok bilgiyi almış olursunuz.
Çocuklarla gezdiğimiz 41 ilden 3’ü yazıldı. Sırada Rize kitabı var. Belgesellerden vakit buldukça, bu kitapları yazmayı hızlandırmak istiyorum. Birlikte gezdiğimiz çocuklar, “Yılda bir tane yazıyorsun, bizim kitabımız çıktığında torunlarımıza mı göstereceğiz?” diyorlar.
Mardin kitabının tanıtımını, sanatçıların da katılımıyla Mardin’de yaptık. Kalk Gidelim çocukları da geldi ve birbirleriyle arkadaş oldular. Başka illerde yaşasalar da. halen ailece görüşenler var.
Son olarak eklemek istedikleriniz?
Çocuklar bizim geleceğimizdir. Bu cümleyi pek çok defa hem duymuşuzdur hem de sıkıştıkça kullanırız. Ama gördüğüm o ki, içi biraz boşaltılmış bir kavram.
Biz aslında çocuklarımızın öğretmen olduğunu unutuyoruz. Sürekli biz çocuklarımıza bir şeyler öğretme gayretindeyiz. Oysa ki çocuklar geleceğimiz ise, gelecek yeniliği vaat eder. Çocuklarımızdan ne öğrenebilirsek, öğrenmemiz lazım.
Hayatta onlar ne istiyorlar ve onlar kimse, biz çocuklarımızı gözleyerek bunun peşinden gitmeliyiz. Çocuklarımız o yemekleri nasıl ve ne şekilde yemek istiyorlarsa bırakacağız öyle yiyecekler. İstedikleri rengi seçecekler, istediklerini giyecekler, bunlar ufak şeyler ama kişiliğin oluşmasında çok etkili. Çocukları, bizlerin gerçekleştiremediği hayalleri gerçekleştirecek canlılar olarak düşünmemeliyiz.
Çocukların içlerinden gelen bilgiye o kadar çok güveniyorum ki; belki de dünyayı farklı bakmamı, uzun zamandan beri çocuklarla iç içe olmaya borçluyum. Kitaplarımı okuyanlar, ya da programları seyreden anne babalar, öğretmenler; o samimiyeti, güveni, çocuğa eşit davranmayı görüyorlardır diye düşünüyorum.
Esra Alkan’ın kişisel sitesi için tıklayınız.