Aytül Akal Röportajı

Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
1952 yılında, İzmir’de doğdum. On yaşımdan bu yana da, hep çocukluk hayalime kavuşmak için çalıştım. Hayalim, büyüdüğümde bir yazar ya da şair olmaktı. Bunu gerçekleştirmek için yılmadan bu tutkumun peşinde koştum. Okulu bitirir bitirmez 1973’de, Hayat Mecmuası’na girmiş, orada çalışmaya başlamıştım. O günden bugüne kadar geçen süreç içerisinde, sonunda hayallerimi gerçekleştirdim ve yazar oldum, kitaplar yazdım. Ama bunun için, hayatımı adamam ve çok çalışmam gerekti, ben de öyle yaptım.

Çocuk kitapları yazmaya nasıl karar verdiniz? Ne zamandan beri çocuk kitapları yazıyorsunuz?
Aslında ben yazar olmanın, ilkokuldayken-karar vermek demeyelim de- hayalini kurmaya başlamıştım. Ne yapabileceğim konusunda düşünmüş, yazar ya da şair olabileceğimi düşlemiştim. Yazmakla ilgili olsun da ne tür olursa olsun gibi bir düşünceyle… Hatta o zamanlarda tuttuğum hatıra defterimde(1967) “Ben ilerde, büyüyünce yazar ya da şair olacağım, ülkemin adını bir Türk olarak yurtdışında duyuracağım,” diye yazmıştım. Hâlâ günlüğümü ve o sayfasını saklıyorum. (Günlükte yer alan bu sayfayı, bu sorunun altında görebilirsiniz).Yazarlık bir hayaldi benim için ve o hayali, o tutkuyu, ben hep yüreğimde taşıdım. Hâlâ da taşıyorum.

Doğrusu çocuk kitapları yazacağımaklıma bile gelmemişti. Ben yetişkinler için bir şeyler yazacağımı sanıyordum ve geçen onca yıl içinde daha çok, ne yazacağımın bulmanın peşinde koştum. Gazetecilik de yaptığım için, gazete ve dergilerde yazıyordum. Yazma aşkımı, heyecanımıböylece sürdürebiliyordum ama kitap için bir konu gerekiyordu; ne yazmalıyım, ne yazılır, bir kitap nasıl oluşturulur… Bunlar benim için hep, koştukça ve ben ona yaklaştıkça uzaklaşan hayallerdi. Sonra birdenbire ne yazacağımın farkına vardım. Tabii farkına varışım da, ortaya bir sürü masal çıktıktan sonra oldu. Küçük oğlum Alper beni masal anlatmaya zorluyor, üstelik masalların kahramanlarını da kendi seçiyordu. Bu masalları not etmeye karar verdim ve başladım daktiloda yazmaya (1989). Böylece tüm masallarımı yazıya geçirdim. Sonrasında ise alfabetik sıraya koyduğum sayfalar dolusu masalların, birer çocuk kitabı olabileceğini fark ettiğim anda, bütün o yılların birikimi, birçok çocuk kitabına dönüştü. Çocuklarım büyürken bu kez gençleri daha iyi tanıdım, yazdıklarım masallardan öykülere, öykülerden romanlara dönüştü.İlk çocuk kitabım “Geceyi Sevmeyen Çocuk” 1991 yılında yayınlanmıştı, ilk kitabın ardından diğer masallarım, öykülerim, şiirlerim, romanlarımgeldi. Şu anda yayımlanmış 114 kitabım bulunuyor.25’i TEDA projesi kapsamında olmak üzere, 32 kitabım Almanca, İspanyolca, Bulgarca, Arapca, Farsça ve İngilizce’ye çevrilerek yurt dışında yayımlandı.

Çocuk kitapları yazarken nelerden esinleniyorsunuz?
Öncelikle çocuk dünyasından… Kendini çocuk gibi hissederekyaşadığında ya da bu duyguyla dünyaya baktığında, insan, olayları da farklı görmeye başlıyor. Bir masal gibi, bir öykü gibi, çok renkli ve belki daha eğlenceli ama daha çabuk incinebilir bir yaşam. Her şeyi daha değişik bir penceredengörebiliyorsunuz. Öyle sanıyorum ki, kendini çocuk hissetme ruhunu halen yitirmemiş olduğum için, bir ayağım yetişkin dünyasında olsa da, bir ayağım hâlâ çocuk dünyasında… O yüzden, hem çocuklar için yazıyorum, hem de onları daha iyi hissedebiliyorum. Yaşamdan beklentileri nedir? Onları neler sevindirir? Neler üzer? Ya da bir sözcük onları nereye götürebilir? Yaşama çocuk gözüyle baktığınızda, bunları görebiliyorsunuz.

İyi bir çocuk kitabı hangi özellikleri taşımalıdır?
Öncelikle şunu söylemeliyim ki, iyi bir çocuk kitabında hiçbir şekilde, hiçbir konuda ödün vermem, vermek istemem. Resimleri kötü ama metin iyiymiş, resimler harika ama metinde zayıf noktalar varmış, kurgu güzel ama dili bozukmuş; böyle bir durum kabul edilemez. Bir çocuk kitabı her şeyiyle mükemmel olmalı. Hiçbir şekilde ne yazarın, ne ressamın, ne editörün, ne eğer bu bir çeviri kitapsa çevirmenin, çocuk kitabında hata yapma payı yok. Çünkü yaptığımız hata, çocuğa doğru olarak yansıyacaktır, daha sonra bunu düzeltmek çok zor. Yetişkinler için yapacağınız herhangi bir hatada, ister kurguda, ister kahramanda, ister konuda, ne yaparsanız yapın, yetişkin ‘bu yanlış’deyip geçebilirama çocuğun karşılaştıracağı başka bir deneyimi olmadığı için, ona verilen bilgi onda her zaman yanlış ya da eksik olarak kalacaktır. Bu yüzden bir çocuk kitabı, kurgusuyla, cümlesiyle, cümle yapısıyla, diliyle, kahramanların işlenişiyle, inandırıcılığıyla mükemmel olmalı ve çok güzel, estetik değerler taşıyan resimlerle bütünlenmeli. Sonra güzel resimlerle bütünlenen bu güzel metin, o yapıya, yani o öyküye, o masala ya da şiire uygun bir font ve kâğıt seçimiyle bir bütün olarak tasarlanmalıdır.

Bugüne kadar yazdığınız çocuk kitaplarından kısaca bahseder misiniz?
Bugüne kadar çok sayıda kitap yazdım; öykü, roman, masal, şiir, oyun… Bakıyorum da, daha çok, okul öncesi ve ilköğretimin ilk kademesi için kitap yazmışım. Gençler için yazdığım kitaplar az. Dört kitaplık serüven romanlarım Süper Gazeteciler var. İki Ucu Yolculuk adlı öykü kitabım var. Bir de yeni çıkacak olan Kırmızı Arabanın Hayaleti… Ama çocuk ya da genç, genel olarak baktığımda, bütün kitaplarımda çok önem verdiğim konunun, olumlu iletişim olduğunu görüyorum. İnsanlar eğer birbirleriyle olumlu iletişim kurabilirlerse, her sorunun halledilebileceğine inanıyorum. Belki benim kendi inancım, kendi ütopyam bu, ama olumlu iletişimin sihirli gücünü çoğu kitaplarıma yerleştirmiş olduğumunfarkına varıyorum.

Sonuçta, çocuk ya da genç olsun, bence önemli olan insanınöncelikle kendisini tanımasıdır. Çünkü bir çocuğun ve gencin yapacağı en önemli keşif, kendisini tanımaktır. Kendini tanımadan, anlamadan yetişkinliğe geçen bir çocuk başkalarını tanıyıp anlayabilir mi? Kendini bilmeyen, başkalarını bilip de onlarla olumlu iletişim kurabilir mi? Zaten sorumluluklarla dolu bir dünyada, bir daha kim olduğunu aramak için vakit bile bulamayacaktır. Kendini ve kişiliğini geliştirme erken yaşlarda olur. Ancak o zaman çocuk, ayakları üzerine basan, kendine güvenen, sağlam kişilikliözgür bir birey olabilir. O yüzden ben bütün kitaplarımda kişilik gelişimineçok önem veriyorum. Kitap, geleceğine ışık tutabilsin, o öykü yada roman, okuyan kişiyi bir adım öteye götürebilsin. Tabiiki dile de çok değer veriyorum, çünkü çocuk, dili de kitaplardan öğrenecek ve bu dil onda kalıcı olacak. Dil olmadan iletişim olabilir mi? Yani genel çerçevede, en önem verdiğim şey kişilik gelişimi ve dil oluyor.

“Bebeğimi seviyorum ona kitap okuyorum” projesi ile bebeklerin doğum itibari ile kitapla tanıştırılmasını hedeflediniz. Bu proje sonucundaki izlenimleriniz nelerdir?
Aslında bu çok önemli bir projeydi. 1997 yılında oğlum öğrenci değişimi ile Amerika’ya gittiği zaman, onu ziyaret etmiştim. Kasaba gibi bir yerdeokuyordu ve orada bile kocaman bir kütüphane ve bir de çocuk müzesi vardı. Kütüphaneci ile konuşurken, bu kitabı gördüm, sordum. Bana şöyle açıkladı;“Biz bu kitabı sponsorlar aracılığıyla bastık, kütüphanemizdeki bütün kitapları tanıtan, özellikle okul öncesi kitaplara ağırlıkveren ve neden çocuğa okunması gerektiğini anlatan bu kitabı anne ve babalar için hazırladık. Burada bir doğum olacağı zaman, hastanede anneye hemen bu kitap armağan ediliyor.”Bana anlatılanlarçok hoşuma gitti. Çünkü bende iki doğum yaptım ve doğumdan sonra hastaneden nasıl çıkıldığını biliyorum: Kucağımda bir bebek, içinde bebeğim için verilmiş ilaçların bulunduğu bir torba ve doktorun anlattıklarını not almaya çalıştığım bir kâğıt. Ama bir de bu kitapla çıkılmalı. Bu aslında çok uzun yıllardır aklımda olan bir şeydi. Fakat bazen o kadar çok yere dağılıyorumki, aklımdaki fikirleri hayata geçirmek için on yıl falan geçebiliyor, zaman yitiriyorum.

Bir süre sonra üç yazar arkadaşım Çiğdem Gündeş, Mavisel Yener ve Nilay Yılmaz’la birlikte bu projeyi hazırladık. Bütün hastanelerde ücretsiz dağıtılabilir diye düşündük. Asıl amacımız sigorta hastanelerinde bu kitabın doğumdan sonra anne babalara armağan edilmesiydi. Sponsorluk yapılacak olan şey, sadece kitabın basılıp hastanelerde dağıtılmasıydı, gönüllü bir projeydi. Ancak sigorta hastanelerinde dağıtılması için oldukça fazla prosedür ile karşılaştık ve bunları aşamadık. Bu nedenle projeyi Anadolu Sigorta’ya götürdük; şirket, kendisi ile anlaşmalı hastanelerde dağıtmak üzere bu kitabı bastı. Proje kapsamında, kitabın yenilenmesi, yeni yayımlanan kitapların da bu kitaba alınmasını öngörmüştük. Fakat bir süre sonra, Anadolu Sigorta’dan konuyla ilgili kapsamlı bir geri dönüş olmadı. Bu proje gönüllülük ile yaptığımız bir çalışma olduğu için, herhangi bir telif talebimiz yoktu. Şu an içinse proje ile ilgili ne yapıldığıhakkında bir bilgim yok. Projenin çok olumlu bir proje olması nedeniyle zaman zaman tekrar yapsak mı diye düşünüyorum, fakat bunun için de zaman ayırmak gerekiyor. Eski baskının yenilenmesi, yeni yayımlanan kitapların eklenmesi ile projenin güncel hale getirilmesi gerekli.

“İlk aşkım” projesi ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Bu da benim, yine çok uzun yıllardır hep aklımı, yüreğimi kurcalayan bir konuydu. Gazetelerde okuduğumuz haberlerde, gençler arasındaaşk yüzünden intihar olayları, eski sevgilisine zarar verenler… Bütün bunlar beni gerçekten çok üzüyor. Benimde kendi çocuklarım olduğu için, çocuklara daha da büyük bir özdeşimle, daha da derin bir sevgiyle bakıyorum. Belki çocuklarım olmasa bu kadar hassaslaşmayacağım. Zaten ergenlik konusu beni hep düşündürüyor olduğu için, daha önce bu konuyla ilişkili dört kitap yazmıştım. “Kızım ben çocukken”, Oğlum ben çocukken”, “Kızım nerdesin?”, “Oğlum nerdesin?” O kitaplarda ergenliğe girmek üzere olan bir gencin yaşadığı sorunları komik bir şekilde ele almıştım. Çünkü o çağda yaşanılanlar zaten komik olaylar. Burunda sivilce çıkması, aile ile yaşanılan problemler, arkadaş arasında ufak atışmalar, aşklar, heyecanlar, ayrılıklar, ergen için büyük sorunlara dönüşebiliyor. Ergenlik döneminde her şey çok abartılı bir şekilde yaşanmaya ve öyle hissedilmeye başlanıyor. Zaman zaman “intihar” sözcüğünü dile getirmeleri de yaşadıklarını dayanılmaz sanmalarından. Ben bu kitaplarımla, ergenlik dönemine giren çocukların, sorun olarak gördükleri olayların, daha birkaç yıl önce gülerek okuduğu komik öykülerden pek de farklı olmadığınıanlamasını sağlayarak, ergenlik dönemlerini daha rahat, daha az gergin ve sancısızgeçirebilmelerine katkı verebilmeyi hedeflemiştim.

Ama tabii yeterli değildi. Daha başka ne yapılabilir diye düşünüyordum. Bir günİzmit’te bir okula davet edilmiştim ve İstanbul’a geri dönmem için uzunca bir yolum vardı. Bu uzun yolculuk sırasında, konuyu düşünmeye başladım. Aklıma birdenbire bir fikir geldi, heyecanla hemen yazar arkadaşım Ayla Çınaroğlu’nu arayıp projeyi anlattım. İlk aşkı herkes yaşıyor aslında, ama bizim yerli dizilerimiz, -belki yabancı dizilerde öyledir bilemiyorum-ilk aşkı öyle bir sunuyor ki, ilk aşk yaşanır ve unutulmaz; bir kez âşık olunur, bir daha âşık olunmaz gibi… Ya da eski Türk filmlerini hatırlayın, ilk ve tek aşk vardır hep. Yani ilk aşkını kaybettiysen, yanmışsın! Biz buna o kadar kanmışız ve bunu öyleyerleştirmişiz ki beyinlere, gençlerde tabii ki böyle düşünmeye başlıyorlar. Bu nedenle, ilk aşkını kaybettiği anda dehşete kapılıyor ve şiddete başvuruyorlar. Ya kendine zarar verecek, ya kaybettiği aşkına ya da aşkını elinden alan kişiye, çünkü başka türlüsünü bilmiyor, yaşam içinde önüne farklı seçenekler çıkacağından habersiz. Bizde o gençlerin tanıdıkları yazarlar, editörler, ressamlar, hatta iki üniversite öğrencisi ile birlikte bu kitapta ilk aşklarımızı anlattık. Bu projedeki amaç, bizim de ilk aşkı yaşadığımızı ve ardımızda bıraktığımızı göstermek, herkesin ilk aşkının olabileceğini, ancak hemen ilk aşkımız ile evlenmek, mutlaka onunla olmak gibi bir gerekliliğin olmadığını, aşkın da bir deneyim, duygu fırtınası olduğunu, hayatımız boyunca bir kez değil birçok kez bu duygu fırtınasının yaşanabileceğini gençlere iletmek, örneklemekti. Bu amaçla “Aşık Oldum” adlı derlemeyi oluşturduk.

Okullarda şiddetle ilgili çalışmalar yaptınız (Hani Her Şey Oyundu). Bu konudaki düşüncelerinizi paylaşır mısınız?
2006 yılında bir gazetede, üniversite gençleri arasında yapılan bir anket yayınlandı. Anket içerisinde yer alan sorulardan “Eşiniz ya da sevgiliniz size şiddet uygulayabilir mi?” gibi bir soru dikkatimi çekti. Gençlerin çoğu bu soruya,“Eğer hak edersem beni dövebilir,” gibi yanıtlar vermişti. Bunlar üniversite okuyan gençler! Şiddetin nasıl böyle bir tanımı olabilir? Şiddet nasıl hak edilir? Sen bir birey değil misin? Hata yapmış olamaz mısın? Hata yaptıysan eğer bunun cezasını zaten bir ayrılıkla çekersin. Bir başkasının; eşinin ya da sevgilinin, sana vurma hakkı olabileceğini nasıl düşünebilirsin? Böyle bir hakkı nasıl tanırsın?

Bizim yazar, çizer, editör ve bazı yayıncıların bir arada olduğu, bilgi paylaşımını gerçekleştirdiğimiz bir yazışma grubumuz var (çocuk-yazını). Bu yazı gazetede yayınlandığında, gruptaduygularımızı paylaştık ve biz bu konuda ne yapabiliriz diye fikir yürüterek yeteneklerimiz doğrultusunda gönüllülük esasına dayanan bir kitap hazırlayabileceğimizi düşündük. Herkes kendi sanatına uygun bir şeyler yaptı ve oldukça kolektif bir şekilde çalıştık. Bu çalışmayı grup dışına da yayarak, gelen görselleri ve yazıları değerlendirecek bir kurul oluşturduk. Tüm bu çalışmaları gerçekleştirirken, bir pedagogdan da yardım aldık.

“Hani Her Şey Oyundu”, yıllardır sessizce ilerleyen çok önemli bir sosyal projedir. İlk olarak Sakarya Valisi Nuri Okutan’ın desteğiyle basıldı ve Sakarya’daki bütün okullara armağan edildi. Bu ilk adımla birlikte, diğer illerin Valileri ile de iletişime geçerek projemizden söz ettik ve halihazırda bu güne kadar toplam 15 ilde bu projeyi gerçekleştirdik.15 ilin Valisi, derlemenin, illerindeki 3. ve 7. sınıf aralığındaki bütün sınıflara demirbaş olarak ücretsiz dağıtılması gerekliliğiyle ilgili protokol imzaladılar; kitabı bastılar ve okullara dağıttılar. Bazı illerde Valilerin talebiyle, alan çalışmaları da yaptık. Şimdilerde ise 16. il için görüşmelerimiz devam ediyor. İstanbul için bu çalışmayı henüz gerçekleştiremedik. İstanbul Valisi ile iletişim kurmaya ve projemizden bahsetmeye çalıyoruz ancak bunu bir türlü başaramadık. Dilerim ki ilerleyen zamanlarda bu proje İstanbul’daki okullar için de uygulanabilir hale gelir.

Son kitabınız “ Açıl Bahçe Açıl“ hakkında bilgi verir misiniz?
Bir dizin olarak düşünmediğim halde, rastlantısal olarak bu seriyi oluşturdum. Geçtiğimiz yıl, “Açıl Kapı Açıl” diye bir öykü yazmıştım ve Kasım 2011′ de yayınlanmıştı. Mustafa Delioğlu’nun çizimleriyle yayınlanan “Açıl Kapı Açıl”, biraz esrarengiz, karanlık, gizemli bir kitaptı. Son kitabım olan “Açıl Bahçe Açıl“ ise, diğer kitabımın aksine, müthiş aydınlık, ilkbaharı anlatan, yemyeşil çiçeklerde dolu, serinin ikinci kitabı oldu. Aynı serinin üçüncü kitabı “Açıl Maske Açıl” ise, 2012 sonunda yayınlanabilir.

Uçanbalık Yayınları ile birlikteliğinizden bahseder misiniz?
Başta konuşurken de bahsettiğim gibi, çok yoğun bir birikimim olmuştu ve birdenbire çok sayıda öykü, masal, dosyaları oluşturdum. İlk kitabım Mavibulut yayınlarından çıktı, ancak Mavibulut’un benim bütün kitaplarımı arka arkaya basacak bir programı yoktu. Ben artık tıkanmış gibiydim, çünkü yazdıklarımın bir an önce yayınlanmasını istiyordum. Bir şeyleri önünüzden çekeceksiniz ki önünüz açılsın, ilerleyesiniz. Bu nedenle, iki yazar arkadaşımla birlikte bir yayınevi kuralım (1995), resimleriyle, tasarımıyla, kağıdıyla ve dış yapısıylaülkemizde örnek olacak kitaplarhazırlayalım dedik. Zorlu bir yarışa girerek, Uçanbalık Yayınları’nı uzun seneler boyunca devam ettirdik, kitaplarımızı yayınladık, çok güzel örnekler verdik, birçok prestij kitaplar bastık. Çağdaş çocuk edebiyatının önünü açtık. Ancak bu çalışma, maddi manevi bizi çok yordu ve sonunda 2010’da, TUDEM ile birleşme kararı aldık.

Sonu olan bir ömür sürüyoruz. Çok şükür bu yaşıma geldim, ama bundan sonra ne kadar yaşayacağımı kim bilebilir. Bir kurum olmalı ki yapıtlarımı, projelerimi, ölümümden sonra da sürdürebilsin. Bu bağlamda kaygılarım vardı… Şimdi yapıtlarımın emin ellerde olduğunu düşünüyorum. Çünkü onlar benimle yok olmayıp, ben olmasam da bütün çocuklara ulaşması gereken eserler.

Çocuklara kitap sevgisi aşılamak için neler yapılmalıdır?
Öncelikle çocuk çok küçük yaşta kitaba dokunabilmelidir. Çocuğun kitaba dokunabilmesi için haliyle evde kitap olmalı. Anne baba kitap okumuyor bile olsa, kitabı elinde tutarak, okuyor izlenimi verebilir. Bunu çocukları için yapmalılar, çünkü çocuk onları örnekleyecek yaşamında. Bunun ötesinde çocuğunevde, arabada, yolda, çantasında her zaman kitap bulunmalı. Çocuk anne ve babası ile kitabı paylaşmalı. Ebeveynler kendileri için okumasalar bile-ki keşke okusalar- okul öncesi resimli bir kitabı, çocuğuyla birlikte okuyarak, bir paylaşım gerçekleştirmeliler. Böylece çocuk, kitaba daha sıcak birsevgiyle bakacaktır, çünkü kitabını anne ve babasıyla paylaşmıştır. Bütün bu süreç içindedikkat edilmesi gereken, onu doğru ve güzel kitaplarla karşılaştırmaktır. Böylece kendisi kitap seçmeye başladığında da sevebileceği kitapları kolayca ayırdedebilecektir. İlgi alanından uzak kitapları okumaya zorlamak, onu kitaptan uzaklaştırır, ebeveynler ve öğretmenler bu gerçeği gözardı etmemeliler.

Çocuk Müzeleri Derneği’nin çalışmalarından bahseder misiniz?
Ben Çocuk Müzeleri Derneği’nin, kurucu üyesiyim. Daha önce söz ettiğim gibi, öğrenci değişim programında olan oğlumu görmek içinAmerika’ya gittiğimde beni oradaki çocuk müzesine götürdüler. Öyle bir müzenin, bir kasabada dahi olması ve okulların gelip orayı ziyaret edebilmesi, beni çok etkiledi. Türkiye’ye döndükten sonra, rastlantısal olarak yazar arkadaşım Necla Ülkü Kuglin ile buluşmuştuk. Onunla çocuk müzeleri konusunu konuşurken, biz burada neden kurmayalım diyerek yola çıktık. Bazı üniversitelerden akademisyen arkadaşlarımızla birlikte bir dernek oluşturduk. O dönemin Bursa Belediye başkanı ile iletişime geçerek, projeyi aktardık. Bize müzenin kurulması için üç farklıyer gösterdi, ancak bizim çalışmalarımızın başladığı dönemde başkanlık seçimleri olunca, Bursa Belediye Başkanı değişti. Yeni Belediye Başkanı’na projeyi aktardığımızda, önceki dönemde kabul gören proje ret edildi, böylece müze hazırlığıyarım kaldı. Dernek olarak hâlâ bir şeyler yapmaya çalışıyoruz.

Türkiye’de çocuklarla ilgili en ciddi problemlerin neler olduğunu düşünüyorsunuz? Bu konuda neler yapılabilir?
Türkiye’de en ciddi problem; eğitim. Ben 20 yıl kadar önce, bir TV programına davet edilmiştim ve programa davetli konuklara “Bir bakanlık seçin, bir meclis oluşturacağız,” denildi. Bunun amacı, neyi nasıl yaparız gibi düşüncelerin ifade edilmesiydi ki, çoğu kişi hayallerini gerçeğe dönüştürmek için Başbakan, Cumhurbaşkanı olmayı seçerken, ben Eğitim Bakanı olmayı tercih ettim. Çünkü bence gelecek için en önemli birim, Eğitim Bakanlığı’dır.

Çocuklarda eğitimin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Her şey anne karnında başlıyor; çocuk her şeyi orada bile hissediyor, çalan müziği, anlatılan masalı, annenin huzurunu ya da üzüntüsünü, mutluluğunu ya da mutsuzluğunu… Doğduktan sonra, algılayışı daha da hızlanıyor, henüz konuşamasa da, her şeyi duyularıyla fark ediyor: Ortamdaki gerginliği, sevinci, huzursuzluğu, kısacası bütün duyguları hissediyor. Yürümeyi, konuşmayı öğrenirken, kendini ifadeyi ve dünyayı algılamayı da öğreniyor. Bütün bunlar doğal bir eğitim. Ben nefes aldığımda bile, bir şeyler öğrendiğimi düşünüyorum. Eğitim derken; listelenen şıkları işaretlemekten, şu nerde doğmuş, bu savaş hangi tarihte yapılmış, bundan söz etmiyorum. Benim gözümdeki eğitim, bir insanın kendi kişiliğini geliştirme sürecinde karşılaştığı kavramlar, duygular ve düşüncelerin algılanmasıdır. Çocukların kişilikgelişimini desteklemeye çok önem veriyorum. Kişiliklerinin oluşması, daha okul öncesinden, anne karnından başlıyor. İşte bunun için okul öncesini de çok önemsiyorum.

Eğitimin okul ayağında, öğretmenlerin çocuklara nasıl davrandığı da çok önemli. Bugün dönüp bana soruyorlar; nasıl yazar oldun, nasıl karar verdin? Ben geriye dönüp baktığımda, karşımda öğretmenimi buldum. Bendeki yazma yeteneğini keşfeden, beni destekleyen öğretmenimdi. Bu yaşa geldim, kendimle ilgili keşiflerimi yapmakta bana cesaret veren, bana mentor olan öğretmenlerimi hiç unutmadım. “Teşekkür Ederim Öğretmenim” adlı öykümle, ilkokul üçüncü sınıf öğretmenime –o hayatta olmasa bile- yıllar sonra teşekkür ettim.

Bir anne olarak, çocuk yetiştirirken dikkat ettiğiniz, olmazsa olmazlarınız nelerdir?
İşte ben bu anlattıklarımaçok dikkat ettim. Onların kişilik eğitimine önem verdim. Ancak eğitim derken şöyle ayıracağım, çocuklarımın hangi okula gideceği, neler öğreneceği hep ikinci plandaydı. Çünkü kitabı alır, okur, öğrenebilir; araştırır, öğrenebilir, ama kişiliklerinde oluşacak boşluklar ya da çatlaklar… İşte onları tamir etmek çok zordur. Ben çocuğumu iki yaşında yuvaya verirken, bana yuvadan hemen gösterişli bir yemek listesi verdiler. Dedim ki,“Yemek listesini vermeyin, çünkü yemekte ona ne vereceğiniz önemli değil benim için. Yemekteki eksiği zaten akşam tamamlarım ama siz benim çocuğumun ruhunda bir yara açmayın. Onu tamir etmesi çok zor.” Yani doğruları öğreteceğim derken çocuğu kırmamalarını, örselememelerini istedim, onudüşünce ve isteklerini ifade edebilmekte özgür bırakmalı, bir birey gibi görmeliydiler. Benim için önemli olan budur. Çünkü ben akşam eve geldiğimde, çocuğumun beden dilinden, gün içinde yaralanmış mı, sevinmiş mi, ya da bir şeyler öğrenmiş mi, hissedebilirim.

Bunlar benim için çok önemliydi ve ben hep bu konuda dikkatli olmaya çalıştım. Buyrun işte coğrafyayı öğrendi, şıkları işaretledi ya da bazı soruları işaretleyemedi, bunlar çokda önemli değil aslında, çocuğumun iyi bir insan olması için, sınıf birincisi olması gerekmiyor ki! Öğrensin geçsin, geçemiyorsa bir sene sonra geçer ama ruhunda açılacak olan yaralar, kişiliğindeki örselenmeler…işte benim olmazsa olmazlarım… Düşünün ki, bazı konularda sorunları olan yetişkinler psikolog koltuğuna uzandığında, ilk yapılan şey onun çocukluğunu deşmek olur. Demek ki çocukluk çok önemli, o yıllarda oluşan yaralar kolay iyileşmiyor. Bu yüzden onların çocukluklarını sağlıklı yaşamaları konusunda dikkatli davranmaya çalıştım. Çok şükür, kendileri için, yaşam için, bu ülke için yararlı gençler yetiştirdiğimi düşünüyorum. İşte okurlarımı da böyle görüyorum ve yazdıklarımla onlara ulaşarak, onların da kendilerine ve yaşama yararlı insanlar olarakyetişmesini önemsiyorum.

Aytül Akal’ın çocuklar için yakın zamanlı projeleri var mıdır?
Bu kez gençler için diyelim… 12 yaş üstü bir kitabım var: “Kırmızı Arabanın Hayaleti” Nisan’da yayımlanacak, İzmir Fuarı’na yetişeceğini umut ediyorum. Bir de Mavisel Yener ile, bu kez doğrudan okul öncesini hedefleyen şiirler yazıyoruz. Çünkü şiirle çocukların çok erken yaşta buluşturulması gerekliliğinin farkındayız. Bir kez fuarda sekiz yaşında bir çocuğa “Şiir okuyor musun?” diye sordum, “Ben şiir sevmem,” dedi. “Peki, hangi şiiri okudun?”dediğimde,“Hiç okumadım!”dedi. Oysaki daha bebekliklerinde söylenen şiir tadı veren ninniler vardır, ona kimse ninni de mi okumamış? Keşke okunsaydı, şiiri severdi o da. Çocuklar okumayı bilmeseler de, onlara okunan metinlerde uyaklı cümleler varsa, onları çok çabuk ezberleyebiliyor ve tekrarlıyorlar. Şiir, doğuştan onların ruhunda vardır; kurutmak değil beslemek gerek. Biz yazar arkadaşım Mavisel Yener ile birlikte sekiz şiir kitabı yazmıştık. Şimdi de okul öncesi için yazmayı deniyoruz. Buradaki amaç, çok küçük yaştan başlayarak çocuklara şiiri tanıtabilmek, sevdirebilmek. Hiçbir çocuk şiirsiz kalmayı hak etmiyor. Daha adını koymadık kitabın, ama iyi bir serimiz oldu. Herhalde önümüzdeki sene hazır olur.

Çocuklara ve ebeveynlere vermek istediğiniz bir mesajınız var mıdır?
Vermek istediğim mesajların hepsi kitaplarda… Çocuklara bir şey söylemek, yetişkinlere söylemekten daha kolay geliyor bana. Çünkü çocuklar, beğendikleri şeyi dinlerler, beğenmedikleri şeylere hiç kulak asmazlar. Çocuk çok hoş bir aynadır aslında. Eğer sizi seviyorsa, gelip size sarılıyorsa, sevdiği içindir, sahte bir şekilde bunu yapmaz. Ben çocuk ile kitap aracılığıyla doğru iletişim kurduğuma inanıyorum. Çocuk benim kitabımı severek, zevkle okursa, anne ve babasına da bu yolla ulaşmış oluyorum. Anne baba, çocuğun ilgi ve heyecanla ya da belki kahkahalar atarak okuduğu kitabı ister istemez merak eder, “Ne okuyorsun sen?” diye sorar. Böylece, kitaba göz atar ve belki de birlikte okumaya başlarlar. Bu nedenle anne ve babaya söyleyeceğim sözü, çocuklar aracılığıyla iletiyorum. Anne-baba kitabı okuduğu zaman, o kitaptan alacağı bir pay vardır aslında. Çocuk kendine ait olmayano payı almıyor, sadece kendi payını alıyor, çünkü herkes metni, kendi dünyası, kendi bildiği ve kendi deneyimleri çerçevesinde algılayabilir. Zaten gerçek edebiyat da bu; metnin çok açılımı olması gerekiyor. Yani okuduğunuz yazı, tek anlamı olan bir yazı olmamalı, zaten sıkıcıdır, zevk de vermez böyle bir metin. Her okuyan, kendisi ile ilgili bir şeyler bulmalı, onu alabilmeli ve tekrar okuduğunda da yeni bir şeyler bulabilmeli. Çünkü aradan bir zaman geçmiştir, artık başka bir kişi olarak o kitabı okuyordur. Böylesine de zengin olabilmelidir metin. Ben çocuk ve büyüklerle bu tür iletişim kuruyorum. Çocuklara kitap yazıyorum, eğer o kitapları büyükler de okuyorlarsa, onlarda kendi paylarına düşeni alıyor.