Kültür Sanat

Banu Aksoy – Yıldıray Karakiya

Bir Dolap Kitap sitesinin, çocuk kitaplarını çok seven kurucuları ve yazarları Banu ve Yıldıray ile buluştuk.

Çocuk kitapları okumayı ve çocuklar için yazmayı çok seven Banu Aksoy ve Yıldıray Karakiya, üç yıl kadar önce Bir Dolap Kitap sitesini kurdu ve aynı adlı radyo programını hayata geçirdi.  Banu ve Yıldıray, Bir Dolap Kitap sitesinde ve her Pazar 10.00’da Açık Radyo’da yayınlanan programda, çocuk kitaplarını tanıtıyor, okurlar da kitaplar hakkında görüşlerini paylaşıyor.

Banu Aksoy’un “Kediler Hep Dört Ayak Üstüne mi Düşer?” isimli çocuk kitabı, geçtiğimiz aylarda hayykitap çocuk’tan yayınlandı. Serinin diğer kitapları da yolda. Yıldıray Karakiya ise, “Şuşu ve Üçtekeri” isimli çocuk kitabının devamını yakın zamanda yayınlayacak.

Bir Dolap Kitap ailesine katılan Tayga’nın gelişiyle, yeni bir döneme giren ve Bir Dolap Kitap için bir mekan açmayı düşünen Banu ve Yıldıray ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Kısaca sizleri tanıyabilir miyiz?

Banu:  Mimar Sinan Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünde okudum ve sonrasında televizyonda sanat programlarında çalıştım, metin yazarlığı yaptım. Çocuk kitapları hep ilgi alanımdı ve televizyonda da çocuk programlarına kaydım. Bir dönem çocuk programları için metin yazdım. O dönemde Bir Dolap Kitap sitesini açtık. Sonra baktık ki Bir Dolap Kitap hayatımızın tam ortasında, yani hayatımızın kendisi olmuş. Ondan sonra diğer her şeyi bırakıp, o yolda devam etmeye başladım.

Yıldıray:  Ben de Sanat Tarihi bölümü mezunuyum. Banu benden bir sınıf büyük, onun notlarıyla okulu bitirdim. Bir dönem çocuk tiyatrosuyla ilgilendim, çocuklarla ilgili çeşitli projelerde çalıştım. Dergilerde, televizyonda çalıştım ve her yaptığım işe çocukları katmaya çalıştım. Örneğin;  üçüncü köprü konusunu işlediğimiz bir kent programına,  Zeynep Cemali’nin İstanbul’daki çocukluk anılarını dahil ediyordum.
Banu’yla tüm bu konuları karşılıklı konuşabildiğimizi fark edince zaten dünyalar bizim oldu. O zamandan beridir de bir daha bırakmadık bu konuyu. “Şuşu ve Üçtekeri” isimli yayınlanmış bir çocuk kitabım da var. Okul öncesi için resimli bir kitap ve şimdi devamı da geliyor.

Sitenizde bahsediyorsunuz ama Bir Dolap Kitap’ın hikâyesini bir kez daha sizden dinleyebilir miyiz?

Banu: Biz hep aynı cümleyle başlıyoruz bu soruya: Biz çocukluğumuzdan beri kitap okuyoruz. Yani çocuk kitaplarını çocukluğumuzdan beri okuyoruz. Büyüdükçe okuduğumuz kitapların içerikleri değişti elbette, ama bir yandan çocuk kitaplarını da takip etmeye çalıştım.

Yıldıray: Ben de…

Banu: Sonra bir baktım, Yıldıray da hâlâ okuyor. Kendi aramızda kitap değiş tokuşu yapıyorduk. Etrafımızda ilgilenen arkadaşlarımız oldukça konuşuyorduk, “Şöyle bir kitap çıkmış. Çok eğlenceli, çok komik” diye. Birbirimize kitap tavsiye ediyorduk. Sonra bir gün aramızda konuşurken “Bir Dolap Kitap” blog’u fikri doğru.

Yıldıray: Bizim ev hayatımız şöyle geçiyor; bir kitap okuyoruz, onunla ilgili bir şeyler konuşuyoruz. Kitaptan bir lafı belliyoruz ve onu kullanıyoruz günlük hayatımızda.

Banu: Bir blog açalım ve beğendiğimiz çocuk kitaplarını orada tanıtalım dedik. Üzerinde çok fazla düşünmedik. Bir Dolap Kitap’ın böyle bir şeye dönüşeceğini o zaman öngörmemiştik. Kısa sürede çok büyük ilgi gördü.

Yıldıray:  Çocukluğumuzdan beri çocuk kitapları okuduğumuz için, herkesin çocuk kitabı okuduğunu zannediyorduk. İnsanların çocuk kitaplarını tanımadıklarını ve çocuklarına ne kitap alacaklarını bilmediklerini bilmiyorduk.

Banu: Şu sözle çok karşılaştık. “Çocuğum olduktan sonra mecburen çocuk kitaplarıyla ilişki kurmak zorunda kaldım. Önceden bilmiyordum. Şimdi de seçmek çok zor oluyor. O yüzden iyi ki Bir Dolap Kitap var.” Bunun benzeri başka cümleler de çok kuruyor insanlar. Sonra şaşırıyorlar bize. O sırada çocuğumuz yokken çocuk kitabı okuyor olmamız insanlara çok garip geliyor nedense. Yani sadece çocuğu olanlar çocuk kitaplarıyla ilişki kurabilirlermiş gibi.

 

Türkiye’deki çocuk kitaplarını, çocuk yazınını nasıl buluyorsunuz?

Yıldıray:  Çocuk edebiyatı Türkiye’de yeni bir şey değil. Ama çocuk kitabı endüstrisi yeni. Şu anda yaşadığımız çeşitlilik, sanayileşmenin getirdiği bir durum. Yayıncılar çocuk kitaplarının büyük bir pazarlama alanı olduğunu fark ettiler. Şöyle bir eleştirimiz var bizim aslında; “Çok fazla kitap basmak yerine, acaba az sayıda ve daha nitelikli kitaplar mı yayınlamalı?”. Ama bu sefer nitelik çok tartışılır bir şeye dönüşüveriyor. Ama genel olarak bakacak olursak, bundan 10 sene evveline göre müthiş bir zenginlik var. Eğer iyi seçerseniz, çok nitelikli bir kütüphaneniz olabiliyor.
Türkçe ve çeviri kitaplar üzerinden bir kıyaslamaya da gidecek olursak, çeviri kitaplar baskın. Tabii ki çok iyi yazarlarımız var, ama belli açmazlar var. O açmazlar etrafında dönmek gibi de bir durum var. Mesela öğretmenlere gidip, çocuk kitapları üzerine bir eğitim veriyoruz ve “Çocuk kitabı nedir?” diye sorduğumuzda, “Bir mesaj vermesi gerekiyor; iyiyi, doğruyu, güzeli öğretmesi gerekiyor” diyorlar. Halbuki gerekmiyor, en azından çocuğun umurunda değil bu. Böyle açmazlar var ve yazarlar da bunlardan kurtulmakta zorluk çekiyorlar. Ama çok özgün yazarlarımız var.  Bu sanayileşme, sadece olumsuz bir şey değil. Bir yandan da çeşitlenmek zorunda bırakıyor. Dolayısıyla da çok iyi bir yere doğru gittiğini düşünüyoruz.

Çocuk kitabı yayınevleri konusunda neler söylemek istersiniz? Sizce yeterli yayınevi var mı bu alanda ya da bir yazarın, çocuk kitabını bastırma süreci kolay mı?

Banu:  Çocukluğumuzda bir elin parmağını geçmeyecek kadar çocuk kitabı basan yayınevi vardı. Şimdi sadece çocuk kitabı basan yayınevleri var ve sayıları giderek de artıyor. İyiye doğru gidiş diyebiliriz buna.

Yıldıray:  Çocuk kitabı yazanlar için seçenek çoğaldı. Ama bu şu anlama mı geliyor acaba? Ben bir kitap yazdım, bir editör baktı, “Bu olmaz” dedi. Bir başka yayınevine gittim, editör baktı, “Bu olmaz” dedi. Ben o kitabı yayınlayacak bir mecra bulabiliyor muyum? Yoksa benim dönüp kitabıma bakmam mı gerekir? Onuncu yayınevi kabul ettiğinde acaba iyi bir şey mi yapmış oluyorum? Bunu bilmek zor.

Peki, kitapların okurlara, çocuklara ulaşması konusunda ne düşünüyorsunuz?

Banu: İstanbul, Ankara, İzmir dışındaki okuyucularımızdan geri dönüşler alıyoruz. Sitemizden görüp, internet üzerinden sipariş veriyorlar. İstanbul’da birkaç çocuk kitapçısı var ve çok büyük bir zenginlik bu.  İzmir’de ve Adana’da iki çocuk kitapçısı açılmış. Ama diğer şehirlerde zincir market zihniyetindeki kitapçılar var ve aradığınız hiçbir şeyi bulamıyormuşsunuz.  Yani kitaba ulaşma konusunda zorluk çekiyor insanlar.

Yıldıray: Bu durum, belirli bir kitabı satın almak isteyenlerin başına gelen bir şey. Ama bizim asıl eksiğimiz kitapları satın alabilmek ya da alamamak değil. Asıl problem kütüphane olmaması. Yani kütüphane var, yok değil. Ama bu kütüphanelerdeki içerik güncel mi? Bu kütüphanelerdeki içerik zengin mi, yeterli mi? En büyük problem bu. Çocuklar kütüphaneye gidip kitap ödünç alıyor mu? Bunu sağlamadığınız sürece kitapların herkese ulaşması mümkün değil. Türkiye’de insanların yaşam gücü belli, 13 milyon insan yoksulluk sınırında. Dolayısıyla kitabın temel bir ihtiyaç olamayacağı çok açık. O yüzden kütüphane lazım ve yeteri sayıda kütüphane yok.

Banu: Çok fazla kitap basılıyor, basılan her kitabın devlet tarafından satın alınıp, tüm  kütüphanelere dağıtılması gerekir.

Yıldıray: Devlet kütüphane açıyor ama bütçesi yok. Ya da okul kütüphaneleri için bütçe ayrılmıyor örneğin.  Bize Türkiye’nin her yerinden, Ümraniye’den, Şırnak’tan, ya da Artvin’den öğretmenler yazıyor ve diyorlar ki; “Bize kitap gönderin. Okulumuz yenilendi, kütüphane yapıldı, rafları, masaları var ve kitap yok.”

Kütüphanelere kitap yolluyor musunuz?

Yıldıray:  Arşivimize koymayacağımız kitapları mutlaka bir ilkokula gönderiyoruz. Ama ne kadarına yetişebiliriz. Kaç tanesine ne kadar yanıt verebiliriz ki?

Çocuk kütüphaneleri kurulması için başlatılan “Kitap Okuyan Çocuklar” projesini destekliyor musunuz?

Yıldıray: Radyo programında bu projeyi başlatanları konuk ettik.  Bir Dolap Kitap’ın, yani radyo programının tek konuklu yayını o oldu. Ondan sonra bizim de açıkçası bir bağlantımız olmadı. Çocuk kütüphaneleri kurulsun,  bu çok güzel bir dilek ama nasıl? Şu anda ortada net bir formül yok. Her şeyi devletten beklememek gerekiyor ya, bazı şeyleri de beklemek gerekiyor bence.

Anne, babaların çocuk kütüphaneleri kurulması talebi bu anlamda önemli bir adım değil mi?

Banu: Tabii ki, sürekli talepte bulunmak lazım, ısrarla, bıkmadan. Belediyelere, Milli Eğitim Müdürlükleri’ne, Kütüphaneler Genel Müdürlüğü’ne…

Yıldıray: Ama bunun da başka bir riski var. 2013 yılına nasıl girdiğimizi hatırlayın çocuk kitapları açısından; Şeker Portakalı  “ahlaka mugayir” bulundu. Şimdi böyle bir zihniyete dilekçe verip, “Bana kütüphane aç” deyince neyle karşılaşacağız? Ya da hiç onları bulaştırmayıp, gerçekten kendimiz mi yapsak? İnsan bazen böyle diyor.

İngilizce ya da başka dillerde çocuk kitapları da okuyor musunuz?

Banu: Elime geçerse İngilizce çocuk kitapları okuduğum oldu ama genelde Türkçe kitaplar okuyorum. Okuduğum çocuk kitaplarının sayısı artınca daha da keyifli oldu bu süreç. Çünkü bu sefer, “Bizim çocukluğumuzda böyle kitaplar yoktu. Ne kadar güzel şeyler çıkıyor” diye biraz eşelemeye başladık.

Yıldıray:  Bir Dolap Kitap’ta İngilizce, Fransızca ya da Almanca kitaplara çok az sayıda yer verdik. Ama durumumuz şu anda pek de müsait değil başka dillerde okumaya. Çok sayıda çocuk kitabı Türkçe’ye çevriliyor ve elimizde okuyacak çok kitap var hâlihazırda, yetişemiyoruz. Tayga doğalı beri zaten çok zorlanıyoruz.

Banu: Evet, bir yığın olmuştu evin bir köşesinde, onu eritmemiz lazım.

Tayga’ya da hoş geldin diyelim bu vesileyle.  Çocuk kitaplarının nesi ilginizi çekiyor? Gençlik kitaplarına da kayıyor musunuz?

Banu: Gençlik kitapları da okuyoruz ama Bir Dolap Kitap’ı takip edenlerin çocuklarının yaş grubu yüzünden, daha küçük yaş grubunda kaldık.

Yıldıray: Okul öncesi ve ilkokul düzeyi daha çok merak edilen alan. Çünkü bir yaştan sonra çocuklar kitaplarını kendileri seçmek istiyorlar. “Niçin çocuk kitabı okuyoruz?” Kendi adıma yanıt vereyim; çocuk kitapları çok daha samimi ve çok daha gerçek. Yetişkin kitaplarındaki o kasılmalar, hayata bir anlam vermeye çalışmalar yok çocuk kitaplarında. Çok net, çok samimi, çok olduğu gibi…

Banu: Bir de hayatı daha iyi anlatıyor.

Yıldıray:  Şöyle yanlış bir algı var; “Kaç satır var ki çocuk kitabında?”. Biraz hafife alınan bir alan. Büyük yazarlar ne yapıyorsa, çocuk kitabı yazarı da onu yapıyor, ama daha az kelimeyle. Yazan kişinin kaleminin sert sınandığı bir dal aslında çocuk yazını. Bu sınama da benim hoşuma gidiyor. Çünkü, 360 sayfa bir roman yazdığınız zaman yetişkin için oluyor, çocuğa yazamazsınız onu.

Banu:  Çocuk kitapları çok eğlenceli olabiliyor. Kitap okurken olur olmadık yerlerde, otobüste, vapurda kendi kendime güldüğüm, insanların bana tuhaf tuhaf baktığı anlar çok olmuştur. Çok eğlenceli kitaplar çıkıyor. Böyle bir keyif, eğlence varken, niye kendimi bundan mahrum bırakayım ki?

Yıldıray:  Felsefi derinlik, duygusal derinlik olmadığı görüşü de var çocuk kitapları hakkında. Wolf Erlbruch’un “Ördek, Ölüm ve Lale”si, ölüm üzerine yazılmış resimli bir çocuk kitabı. Ne kadar derinleşebilirdi ki o konuda? Ya da “Kral ve Deniz”.

Banu: Mei Matsuoka’nın “Karda Ayak İzleri” kitabı…

Yıldıray: Bunlar ölüm ya da değişim üzerine yazılmış kitaplar. Çok derin konular üzerine, çok öz kitaplar. Eğlenceli kitaplar zaten çok eğlenceli oluyor, ama derinleşmek istediğiniz zaman da, az sözle, çok yoğun bir çabayla yazılmış kitaplar var.  Şiire en yakın düz yazı çocuk kitabı herhalde.

En sevdiğiniz yazarlar kimler?

Banu:  En sevdiğim çocuk kitapları yazarı olarak Roald Dahl’ı söyleyebilirim. Çok özgür bir zihni olduğu için, beni çok etkiliyor. Akla gelebilecek her türlü saçmalığı da yazabildiği için çok eğlenceli…  Tülin Kozikoğlu’nun kitaplarını ve onun çalışma biçimini seviyorum. Çok disiplinli bir yazar olduğunu düşünüyorum. Fatih Erdoğan’ın kitaplarını, içlerinde yerel unsurları çok olduğu için severim. Zeynep Cemali’yi de aynı şekilde, yerelliği çok önde olduğu için.

Yıldıray: Başta Neil Gaiman. Avi’yi çok seviyorum yabancılardan. Yerli yazarlardan Zeynep Cemali ve Tülin Kozikoğlu çok sevdiğim yazarlardan. Dav Pilkey, Kaptan Düşükdon’un yazarı kesinlikle takip ettiğim biri. Çizgi roman seviyorum, o yüzden bu liste çok uzar. Aslında Bir Dolap Kitap’ta hakkında yazdığımız her yazıyı sevdiğimizi söyleyebilirim.

Geçiminizi Bir Dolap Kitap’tan kazanmıyorsunuz değil mi? Blog’u ve programı hobi olarak tanımlar mıydınız?

Yıldıray: Metin yazarlığı gibi işler yapıyoruz ama Bir Dolap Kitap başladıktan sonra, ağırlığın o olmasını istedik. Okullarda çocuk kitaplarıyla ilgili etkinlikler de yapıyoruz. Çok duyurmadık ama bilen öğretmenler, okullar ve yayınevleri bizden talepte bulunuyor.

Banu: Elimizdeki kitapları okumak oldukça zamanımızı alıyor. Tayga yüzünden yazılara biraz ara vermiştik ama Tayga yokken düzenli olarak her gün bir kitaptan, hafta sonu da radyoda en az iki kitaptan bahsediyoruz.

Yıldıray: Yani sürekli kitap okumamızı gerektiren bir durum söz konusu. Şu ayrıntıyı söyleyelim; biz okuduğumuz her kitap hakkında yazıyor ya da konuşuyor değiliz. Okuyoruz, beğenmeyip, bir kenara koyuyoruz. Yani aslında yazdığımızdan ya da hakkında konuştuğumuzdan çok daha fazla okumak zorundayız.

Banu: Bir Dolap Kitap’ın çıkış noktası da oydu zaten. Beğendiğimiz kitapları paylaşmak.

Çocuk okurlarla iletişiminiz nasıl? Onların kitaplar hakkında görüşlerini alıyor musunuz? Onların görüşleri sizi ne kadar etkiliyor?

Banu: Bir Dolap Kitap’ı çok fazla çocuk takip etmiyor. Daha çok anne-babalar ve öğretmenler takip ediyor. Onlar üzerinden de çocukların tepkilerini izleyebiliyoruz. Okullarda, kitapçılarda çocuklarla karşılaşabiliyoruz. Çocukların beğenip, okumak istediği şeylerle, öğretmenlerin, anne-babaların istedikleri çok tutmayabiliyor.

Yıldıray: Biz bu konuda bir yazı yazdık. Başlığı şuydu: “Kitap okumayı sevmeyen çocuk yoktur. Seveceği kitapla henüz karşılaşmamış çocuk vardır”. Okullardaki yöntemde, güdümlü okuma diyorlar buna, öğretmenler bir kitap listesi oluşturuyor, çocuklara veriyor. Çocuklar ise kitaplardan alacakları “ideal kazanımlar” ile ilgilenmiyorlar, “Saftirik Greg” okumak istiyorlar. Şans eseri o güdümlü okuma listesindeki kitaplardan bir tanesi bir şekilde ilgisini çekmişse, tabii ki onu da seviyor. Ama genelde şunu gözlemliyorum; çocuğa bir kitabı, “Bunu okuyacaksın. Bunu okuyup, özetini çıkaracaksın. Günde 20 sayfa bu kitaptan okuyacaksın” dediğiniz zaman, o kitaptan okumadan nefret ediyor sevebileceği halde.

Banu: Çocukların bu sayfa hesabı içlerine işlemiş durumda. Kitaba bakıp, “Çok kalınmış. Bugün tam 50 sayfa okudum” diyorlar. Sürekli böyle bir hesap halindeler. Çünkü o kadar zorunluluktan okuyorlar ki, görev gibi, her kitabı o şekilde değerlendiriyorlar. Onlara sunulan her kitabı böyle değerlendiriyorlar.

Yıldıray: Hatta anne babalar ceza veriyorlar. “Şimdi git içeriye, 20 sayfa okuyup, gel”. Nasıl yani?

Banu:  “Bugünkü okumanı yapmadın”…

Peki, ebeveynlerle iletişiminiz nasıl?

Banu:  Okurlarımızdan çok sayıda geri dönüş alıyoruz. Hatta yüz yüze gelmediğimiz halde birbirimizi çok iyi tanıdığımız ve tanımadan arkadaş olduğumuz bir arkadaş çevremiz oldu. Bir Dolap Kitap’taki yazıyı okuduktan sonra kitabı alıp, çocuğuyla birlikte okuyup, o kitapla ilgili ne yaşadıklarını anlatabiliyorlar. Ya da onlar bize kitaplar öneriyorlar. Yani sürekli bir bilgi alışverişi var. Bir yandan o çocukların büyüdüğünü görüyoruz. Küçüklüğünü bildiğimiz, artık büyümeye başlamış, okuduğu kitabın içeriği değişmeye başlamış çocuklar var. Kocaman bir aile gibi olduk.

Yıldıray:  Yaptığımız etkinliklerle, ebeveynlere verdiğimiz seminerlerle de insanlarla iletişim kuruyoruz. Oralarda bize gelen sorular, aldığımız tepkiler, bizi çok iyi yönlendiriyor. Ebeveynlerin hemen hemen ne sorabileceğini aşağı yukarı artık biliyoruz. Bizi çok sinir eden bazı sorular da var. Örneğin, “Çocuğum benim istediğim kitapları okumuyor. Ne yapabilirim?” Hiçbir şey yapamazsınız… (Gülüyor) Öyle şey olmaz çünkü. Ya da şöyle sorular çok geliyor; “Çocuğum abuk sabuk kitaplar okuyor hâlâ. Ama ben düzgün şeyler okumasını istiyorum. Ne yapabilirim?”. “Abuk sabuk kitap nedir?” diyoruz, son günlerde çıkmış en güzel kitapları sayıyorlar, örneğin “Kaptan Düşükdon”u ya da “Ejderhanı Nasıl Eğitirsin”i söylüyorlar. “Peki bunlar yerine ne okusunlar?” diyoruz? “Keşke artık klasikleri okusa” diyor.

Banu: Ebeveynlerde çocuk kitabı algısı yok.

Yıldıray: Bütün eğitim sistemi, iş düzeni doğrudan kazanmaya, doğrudan en yukarıda olmaya odaklı. Dolayısıyla keyifle okumak, eğlence için okumak algısı yok… Bir insan klasikleri okuyunca iyi bir insan olur varsayımı var, büyük ihtimalle o yüzden. Başka türlü bunu anlamlandıramıyorum zaten. Niye illa klasikleri okuması gereksin çocuğun da…

Banu: Benim en sinir olduğum soru da, “Kitap okumayı bir türlü sevdiremedim. Okuma alışkanlığı bir türlü kazandıramadım” diyen, ama aslında kendisi de hiç kitap okumayan ebeveynler… Çok klasik bir örnek bu ama, kendileri okumayan, ama çocuklarının sürekli kitap okumasını bekleyen anne babalar oluyor.

Yıldıray: Şu var bir de; “Bir kitap alıyor, sonra o kitabı yarım bırakıyor. Bir türlü bitirmiyor. Ben de o bitirene kadar zorluyorum. Ne yapayım? Nasıl bitirteceğim o kitabı?” Biz de şunu soruyoruz. “Siz aldığınız her kitabı bitiriyor musunuz? Hiç mi yok yarım bıraktığınız kitap?

Banu: Çocuğun kitabı beğenmeme hakkı var.

Yıldıray: Genel sorular bu çerçevede. Ya da “Klasik masalları ne yapacağız? Canavar var bu kitapta, çok fena şiddet var, ne yapacağız?”

Ne öneriyorsunuz peki bu konularda?

Banu: Bir ara ben de benzer şeyler düşünüyordum. Yani masalları büyüyüp de o gözle görünce, “Ne kadar şiddet dolu” diyor insan. Çok kez konuştuk bunu aramızda da. Ben de okudum çocukken. Benim üstümde nasıl bir etkisi oldu? Benim psikolojimi etkileyecek, bozacak, travma yaşatacak bir şeyler oldu mu? Hayır. Yani çocukken başka algılıyormuş insan meğerse onu. Yani çocuklar onları bizim gördüğümüz gibi görmediği için, öyle bir etkilenme de söz konusu olmayabiliyor.

Yıldıray: Klasik masallardaki şiddet konusu çok karışımıza çıkan konulardan bir tanesi. “Kurt, Kırmızı Başlıklı Kız’ı yiyor, o da gelip onun karnını yarıyor. Ne olacak?”. Büyük bir kaygı var ebeveynlerde. Oysa şunu gözden kaçırıyoruz; kurt, sürü hayvanıdır, tek başına zaten dolaşmaz. İkincisi, kurt avını parçalayıp lokmalarla yer, aslında bütün yutmaz. Üçüncüsü; zaten bir kurdun midesine düşmüşsek, muhtemelen öyle bütün çıkamayız. Dolayısıyla burada sembolik bir şey olduğu çok belli, başka bir dünyadan bahsediliyor. Çocuklar bunu çok iyi okuyabiliyor çünkü onların beyinleri, algıları bizimki kadar biçimlendirilmiş değil. Çocuklar daha özgür bir zihne, özgür bir duygusal dünyaya sahip oldukları için masalları ve o masallardaki şiddet ya da şiddet içermeyen unsurları bizden daha doğru okuyorlar. Bizler yetişkin olarak bakıp, “Kurdun karnını yardı, hayvan haklarına aykırı” falan diyoruz…

Banu: O masalları okurken eskiden düşündüğümüz şeyleri unutmazsak, çocukları anlamak biraz daha kolay olabilir.

Yıldıray: Bir de ebeveynler “Kitapta argo sözcükler var. Ben onu değiştirerek okuyorum” diyor. Nitelikli bir kitapta, yazar bir şeyi yazıyorsa, onu oraya bilerek koyuyordur. Noktasını virgülünü bile hesaplıyordur, çünkü edebiyat dediğiniz sözcüklerle anlatılan o dünya, aslında mükemmelleştirilmiş bir yaşam parçasıdır. Tesadüflerin tamamı ayarlıdır. Dolayısıyla o, bildiğimiz dünya gibi değildir. Dolayısıyla karakter bir sözcüğü kullanıyorsa, örneğin korsan olduğu için kullanıyordur. Korsanın beyefendi konuştuğu nerede görülmüş? İkincisi de diyoruz ki, “Evinize gazete alıyor musunuz? Televizyon açıyor musunuz? Haberleri izliyor musunuz? Çocuğunuzla dizi izliyor musunuz?”. O zaman kitaplara karşı yaptığınız şey ikiyüzlülük. Çünkü şiddeti ve argoyu zaten en alasından evinize sokmuş durumdasınız. Niye çocuk kitabına suç atıyorsunuz şimdi?

Size Tayga’yla ilgili sorular geliyor mu? “Ne okutacaksınız? Ne zaman kitap okumaya başlayacak sınız?” gibi..

Banu: “Ne şanslı çocuk. Annesiyle babası kitap okuyor. O da kitap okumayı seven bir çocuk olacak” diyorlar. Henüz bilemiyoruz.

Yıldıray: Bizim evin her yeri kitap, çocuk nereye dönse kitap görüyor. Ama bu ters de tepebilir, bunu bilmiyoruz şu anda.

Banu: Bir gün birşey okuyordum, içinde siyah beyaz çizimler vardı. Dikkatini çekti, gözü takıldı ve inceledi. Ne olduğunu anlamaya çalıştı. Bir aşinalık kazanıyor gibi geliyor.

Yıldıray: Tayga’ya okuduğunuz kitaplar. Onun da kendisine ait kitap listesi oluştu yani. Özellikle tepki verdiği bir kitap var mesela. Heyecanlanıyor onu görünce, umarım öyle gider.

Sizin Bir Dolap Kitap’la ilgili hayaliniz ya da ileriye yönelik projeleriniz nelerdir?

Yıldıray: Bir Dolap Kitap’ın, çocukların ziyaret ettiği bir mekanı olsun istiyoruz.

Banu: Bir Dolap Kitap’ın kütüphanesi gibi bir yer olsun.

Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?

Banu: Çocuk kitaplarını daha önce hiç okumamış, bir fikri olmayan insanlar için bir şey diyebilirim. Biz Bir Dolap Kitap’ı yazmaya başladıktan sonra çocuğu olmayan, çocuk kitaplarıyla hiçbir ilişkisi olmayan, ama bizim sayemizde çocuk kitaplarını keşfettiği için bize çok teşekkür eden insanlar oldu. Bu dünyaya henüz girmemişlerse, bir aralayıp baksınlar. Çok güzel şeyler var orada.

Yıldıray: Ben de demek istiyorum ki, her semtte bir çocuk kütüphanesi istiyoruz. Orada çocuklar yuvarlanarak okusun ya da okurken uyuyakalsın istiyoruz. Yetişkinler bunun için durmadan dilekçe yazsınlar ilgili her yere. Var olan kütüphanelere baskı yapsınlar çocuk kitabı bölümleri için. Bir de çocukları, kitap seçiminde bir rahat bıraksınlar. (Gülüyor)

Kediler hep dört ayak üzerine mi düşer hayy kitap

Yorumları Göster

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir