Atatürk’ün Okuttuğu Mustafa
Atatürk tarafından 1929 yılında himaye altına alınıp okutulan Yalovalı sığırtmaç Mustafa anlatıyor;
-O zaman daha sekiz yaşında idim. 1929 yılının yaz ayları içinde (15 Eylül) bir gündü… Sığırları otlata otlata çiftliğe geliyordum. Derken, uzakta yirmi kadar atlı belirdi… En öndeki atlı bana doğru geliyordu. Yaklaşınca atından indi; çiftliğe nereden gidildiğini soruyordu. Elimle işaret ettim:
-Siz, yanlış yoldan gelmişsiniz… Çiftliğin yolu, şuradadır!
Bu atlı, benden adımı öğrenmek istedi;
-Mustafa!
diye cevap verince gülümsedi:
-Benim de adım Mustafa… Demek adaşız!
Sonra birdenbire;
-Gazi’yi tanır mısın? diye sordu.
-Tanımam! dedim.
-Onu sever misin?
-Severim!
-Niçin seversin?
-Paşa olduğu için severim! Tekrar gülmeye başladı. Ben, cılız, çelimsiz, hasta bir çocuktum. ‘Bu adam, benimle eğleniyor galiba…’ dedim. Fakat O, sorgularının arkasını kesmiyordu. Bir aralık sordu;
-Sen, ne iş görürsün?
-İşte şu gördüğün sığırları güderim!
-Ne kazanırsın?
-Ayda üç lira…
-Peki, söyle bana, ayda üç lira, senede kaç lira eder?..Kendisinin ve yanındakilerin yardımıyla, ayda üç liranın bir senede ne ettiğini hesaplayarak cevap verdim; -Otuz altı lira eder!
-Sana bu otuz altı lirayı versem, ne yaparsın?
-Hiç!…Almam ki…
-Neden almıyorsun?
-Otuz altı lira çok para… Sonra biraz düşünerek ekledim;
-Neden aldın? diye sorarlar… Tanımadığım yolcu, tekrar gülümseyerek;
-Aferin oğlum, dedi, böyle olmalı… Fakat, bu parayı yol gösterdiğin için veriyorum sana! Kimse bir şey demez!
Hâlâ benimle alay edildiğini sanıyordum. Otuz altı lirayı kabul etmeye bir şartla razı oldum. Yolda yemek için getirdiğim yarım okka kadar ceviz vardı.
-Bu cevizleri alırsan, ben de senin paranı alırım! dedim. O, bana bir avuç para verdi, ben ona bir avuç ceviz verdim. Böylece ödeşmiş olduk. Ayrılacağı sırada, tekrar adımı sordu;
-Mustafa, dedim.
-Benimki de Mustafa, ama, dedi, yanında ‘Kemal’i var. Mustafa ile Kemal, bir araya gelirse ne olur?.. Küçük kafamın içi, birdenbire karıştı. İlk defa olarak kendime; -Sakın, dedim, bu atlı; Mustafa Kemal Paşa olmasın?…Sonra etrafındakilerin ona karşı gösterdikleri saygılı hareketleri hatırlayarak; kararımı verdim.
-Odur!…Odur!…Gazi Paşadır! Ama, kendisine onu tanıdığımı belli etmedim. Giderken sordu;
-Beni, başka bir yerde görsen tanır mısın?..Başımı salladım.
-Tanımaz mıyım ya… Sen Gazi Mustafa Kemal Paşasın!
Hayvanlarını dörtnala sürüp gittiler. Ben de sığırlarımı alarak çiftliğe döndüm. Ertesi gün (16 Eylül) kaplıcalara çağırdılar. Kapıdan içeri girince, hiç şaşalamadım. Hemen gidip elini öptüm.
-Mustafa… dedi, seni çiftliğime kâhya yapacağım! İster misin?.
. -Kâhya ne demek? diye sordum.
-Çobanların en büyüğü odur! Cevap vermedim. O tekrar sordu;
-Kâhyalık işi için ayda dört lira versem yetişir mi?
-Siz bilirsiniz! dedim. Gülümsedi.
-Hayır,Mustafa… Seni kâhya yapmayacağım, mektebe göndereceğim. Orada okuyup yazma öğreneceksin!Sevindim.
-Mektebe gönderiniz!…Bu, daha iyi … dedim. Aradan yirmi dört saat geçmeden kendimi Şişli’deki Himayei Etfal (Çocuk) Hastanesi’nde bulmuştum. Bana, orada çok güzel bakıyorlardı. Dört ay içinde tanınmayacak kadar değiştim. Yüzümün sarılığı kayboldu, iştahım geldi. Bir gece yarısı hiç unutmam, hastaneye gelmişti (21/22 Eylül). Doğruca benim yattığım odaya girdi. Onu görünce şaşırmıştım. Ayağa kalkmak istedim. Atatürk eli ile engel oldu.
-Sen ayağa kalkmayı bırak da, buradan nasıl çıkacağını düşün! diye gülümsedi. Sonra;
-Hani, dedi, seninle pazarlığa girişmiştik, dört lira aylığa razı olmuştun! Şimdi ver bakalım hastane paralarını… Küçüktüm, sığırtmaçtım ama, şaka ettiğini anlamıştım; -Sen koskoca Gazi Paşasın. Elbette hastane parasını da verirsin! dedim. Hastaneden çıktıktan sonra Atatürk, beni gene aratarak, Beşiktaş’ta 19’uncu İlk Mektebe yazdırdı. Beşiktaş’taki okula bir yıl kadar devam ettikten sonra Atatürk, beni Maçka’daki Fevziye Lisesi’ne yazdırdı. Lisenin dokuzuncu sınıfında iken, imtihan vererek Kuleli Askerî Lisesi’ne geçtim.” (1)
(1) Selahattin Güngör, ‘On Yedi Milyondan Biri-Atatürk’ün Öksüz Bıraktığı Çocuk Neler Anlatıyor?’ Cumhuriyet Gazetesi, Sayı:5213, 15 Kasım 1938, s.3.
Ben Herşeyden Önce Öğretmenim
Atatürk, bir akşam (1937), sofrasında sık sık misafir ettiği Behçet Kemal’e dönerek;
-Sen çabuk şiir yazarsın, şu içerdeki odaya çekil, bende hangi nitelikleri görüyorsan hepsini anlatan bir şiir yaz, emrini verdi. Behçet, hemen içeri odaya geçti; aradan yarım saat geçti geçmedi bir büyük manzume ile döndü. Atatürk;
-Oku bakalım, dedi. Behçet, mısralarını ses değerini vurgulayarak, o canlı ve sevimli okuyuşu ile manzumeyi söylemeye başladı. Bunda Atatürk’ün yiğitliği, zaferleri, devrimleri bir bir dile geliyordu. Fakat her zaman Behçet’e bol bol iltifat eden Atatürk, durakladı, yüzünde bir gölge dolaştığını hissetim.
-Behçet olmamış, dedi. Benim asıl bir niteliğim var ki onu hiç yazmamışsın. Hepimiz şaşırmıştık. Bu yazılmayan niteliği ne olabilirdi? Atatürk, bizi fazla bekletmedi ve; -Benim asıl niteliğim, dedi, öğretmenliğimdir. Ben milletimin öğretmeniyim, bunu yazmamışsın. Bir öğretmen olarak ve öğretmenin misyonuna inanmış birisi olarak heyecandan ve gururdan ağlayasım geldi. İmkân olsaydı ellerine kapanmak isterdim. Öğretmene böyle bir yüce saygıyı en yüce bir ağızdan işitiyordum.(1).
(1)Atatürk’ten Anılar-O Günlerden Bu Günlere Bir Bakış, Güven Matbaası, Ankara, 1978, s.26-27.
Ord. Prof.Dr. Sadi IRMAK
Bir Atatürk Öğretmeni: Refet ANGIN
Öğrenci Refet
Atatürk, yazı inkılâbı gezisinde 2 Eylül 1928’de Gelibolu’ya da uğramıştı (1). Öğrenci Refet anlatıyor;
Karşılamada ben, Atatürk’e bir buket sunarken tökezleyip düşmüştüm. Atatürk, beni yerden kaldırdı ve iki yanağımdan öptü.
-Acıdı mı kızım? diye sordu. Ben;
-Hayır, acımadı, diye cevap verdim. Atatürk, yanındakilere;
-Bunun ayağına dikkat edin! diye emir verdi(2).
Öğretmen Adayı Refet
24 Aralık 1930’da, Edirne’de okulları gezen Atatürk, Kız Öğretmen Okulu’na da uğramış, sınıflarda dersleri dinlemişti (3). Öğrenci Refet anlatıyor;
Atatürk, okula geldiğinde, kendisine okul adına bir buket sundum ve şu konuşmayı yaptım;
-Aziz Paşam! Türk yurdunun sınır kapısı olan Edirne’ye ve memleketimize gelişiniz bizi çok sevindirdi. Arkadaşlarım adına size hoş geldiniz, diyor ve bu buketi sunuyorum. Lütfen kabul buyurun. Paşam! Size muallim olmak için söz vermiştim. Ve işte muallim namzedi olarak karşınızdayım. Atatürk, buketi aldı ve ;
-Evet hatırladım. Sen Gelibolu’da düşen küçük kız değil misin? dedi. Atatürk, sözlerine şöyle devam etti;
-Söyle bakalım, ne muallimi olmak istiyorsun? Ben, bir an yanımdaki öğretmenlerime baktım ve dedim ki;
-Riyaziye (Matematik) muallimi olacağım. Atatürk:
-Hayır, seni Riyaziye muallimi değil, Tarih muallimi olacaksın! dedi. Ben;
-Emredin Paşam, ama neden? diye cevap verdim. Atatürk;
-Ha, bak, ben seni küçükken de tanıdım. Sen, o zaman küçüktün; yine iki lâf etmesini biliyordun.
Şimdi de seni seçtiklerine göre, sende bir şeyler var. Görüyorum ki çok okuyorsun ve güzel konuşuyorsun. Onun için sen, Tarih muallimi ol, dedi (4).
Tarih Öğretmeni Refet
20-25 Eylül 1937 tarihleri arasında Dolmabahçe Sarayı’nda İkinci Türk Tarih Kongresi yapılmıştı (5). Bu kongreye katılan Gelibolu Ortaokulu Tarih Öğretmeni Refet Angın anlatıyor;
20-25 Eylül 1937 tarihleri arasında yapılan İkinci Türk Tarih Kongresi’nde delege olarak bulunuyordum. Dolmabahçe Sarayı’nda Kongre çalışmaları devam ederken Afet İnan, beni bir gün Atatürk’e şöyle tanıttı;
-Size, çiçeği burnunda bir Tarih öğretmenini tanıtmak istiyorum. Atatürk, bu söz üzerine dedi ki;
-Çocuk, sen geç kalmışsın; ben, onu tanıyorum.
-Paşam, ben emrinizi yerine getirdim ve Tarih öğretmeni olarak emrinizdeyim, dedim. Atatürk;
-Bak, öğretmen olmak kâfi değil; görev şimdi başlıyor. Şunu iyi bil ki çok iyi öğretmen olacaksın.
Çok okuyacaksın. Sen, zaten okuyorsun; ama daha çok okuyacaksın. Talebelerini çok iyi yetiştireceksin. Onlara, Kurtuluş Savaşı’nı çok iyi öğreteceksin. Ve bu arada Çanakkale Savaşları’nı sakın unutma! dedi. Ben;
-Efendim, biliyorsunuz, ben Geliboluluyum, dedim. Atatürk;
-Evet, biliyorum. Bak, çocuk; bunu neden söylüyorum? Bizi bu günlere getiren Çanakkale Savaşları’dır. Eskaza biz onu kaybetse idik, bugün hür dünya camiası yoktu, diye konuşmasına devam etti. Ben ise;
-Tamam, Paşam! Emredersiniz! şeklinde karşılık verdim. Atatürk, sözlerine şunları da ekledi;
-Bak, çocuk; sana bir şey daha söyleyeceğim. İnkılâpları ve ilkeleri yaşatacaksın. Gerektiğinde mücadele edeceksin. Sakın ha, unutma! Ben;
-Paşam, nasıl unuturum? Cumhuriyeti nasıl kazandık? Siz, Yüce Kahraman Atatürk’sünüz, diye cevap verdim. Atatürk, sözlerini şöyle bitirdi;
-Biliyorum; ama, yine unutma diyorum…(6)
(1) Cumhuriyet Gazetesi, Sayı:1552, 3 Eylül 1928, s.2.
(2) Özel Görüşme, İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğü, 2 Aralık 1990.
(3) Resmî Edirne Gazetesi, Sayı: 209, 28 Aralık 1930, s.1.
(4) Özel Görüşme… 1990.
(5) Cumhuriyet Gazetesi, Sayı: 4798-4803, 21 Eylül 1937-26 Eylül 1937, s.1.
(6) Özel Görüşme… 1990.
Ord. Prof.Dr. Sadi IRMAK
24 Kasım Öğretmeler Günü’nün Kısa Tarihçesi
Atatürk’ün Öğretmene Verdiği Önem
Atatürk’ün Öğretmenler ile İlgili Sözleri
Mustafa Kemal Öğretmenlere Sesleniyor
Öğretmenlerimiz İçin Söylenmiş Güzel Sözler
Yorumları Göster (1)
Elinize sağlık, güzel olmukş. \r\nMustafa Kemâl sapına kadar TÜRK idi. \r\nOnun kadar Türkçü, turancı, mlliyetçi, vatanperver İSLAM'ı koruyan insan az bulunur.\r\n Mustafa Kemâl Atatürk hayatının hiçbir döneminde mason olmamıştır. \r\n1909'ta İttihat ve Terakki'ye mektup yazıp teşkilatın masonlukla ilgisini \r\nkesmesini istemiştir. 1935'te de mason derneklerini kapatmıştır. Mustafa Kemâl \r\nAtatürk'ün İslâmiyet üzerine söylediği güzel sözler, Erbakan'dan da, \r\nİrdoğan'dan da daha fazla ve daha derindir. O sadece din istismarına ve \r\nyobazlığa karşı idi. Lâikliği ide bu mânâda kullanmıştır. \r\nBu tarih kitabını Atatürk yazmamıştır. Atatürk'e dalkavukluk ve yalakalık \r\nyapanlar yazmıştır. \r\nMustafa Kemâl'in telgrafla Peygamberimizin kabrinin yıkılmasını önlediği \r\ndoğrudur. Murat Bardakçı, Engin Ardıç ve Kadir Mısıroğlu'nun yorumları \r\nyanlıştır. Mekke Şehir Planlaması projesinde ekipbaşı olan Orol Ataman, \r\nbu telgrafın metnini Medine Müzesi'nde görmüştür. Okuyun.\r\n\r\n http://www.angelfire.com/mn/atakam/ndex/mezar.html