CiciPedia

Y Harfi ile Başlayan Deyimler ve Anlamları

Y harfi ile başlayan deyimler ve anlamları hakkında her şeyi bu sayfada bulabilirsiniz. Deyimler örnekleri, Türkçe deyimler, en güzel deyimler.

Y Harfi ile Başlayan Deyimler Örnekleri ve Anlamları

ABCÇDEFGHIİKLMNOÖPRSŞTUÜVYZ

y Harfi ile başlayan deyimler ve anlamları

Ya Allah deyip (atılmak)

Cenab-ı Hak`a sığınarak (atılmak).”Ya Allah deyip düşmanın üzerine atıldı.”

Yabana atmak

Önem vermemek, önemsiz görüp dikkate almamak, üzerinde durmamak.”Babanın sözlerini sakın yabana atayım deme.”

Yabancılık çekmek

Bir iş ya da çevrede yabancı olmaktan dolayı ortaya çıkan zorlukların etkisinde kalmak.”Ona hiç yabancılık çektirmedi.”

Ya bu deveyi gütmeli, ya bu diyardan gitmeli

“Bu işi mutlaka yapmalısın, başka yolu yok, aksi taktirde burada kalamazsın.” anlamında kullanılır.

Ya devlet başa, ya kuzgun leşe

“Giriştiğim iş beni ya büyük bir varlığa ve mevkiye ulaştıracak ya da mahvedecek, batıracak” anlamında söylenir.

Yad eller

  1. Baba ocağından uzak yerler, gurbet.
  2. Yabancı kimseler, yabancılar.”Yiğidim yad ellerde kalmasın, dönsün geri Rabbim.”

Yâd etmek

Anmak, hatırlamak.”Seni her gün yad ederiz buralarda.”

Yağ bağlamak

Semirmek, üzerine biriken yağ katılaşmak.

Yağ bal olsun

“Yediğin, içtiğin helâl ve afiyet olsun” anlamında söylenir.

Yağcılık etmek

Dalkavukluk etmek, övmek, pohpohlamak.”Öğrenci öğretmenine yağ çekiyor, gözünün içine bakıyor, bu şekilde iyi not alacağını sanıyordu.”

Yağlı ballı olmak

Araları çok iyi, içli dışlı, samimi olmak.”Öyle yağlı ballı olmuşlardı ki birbirlerine her şeylerini anlatıyorlardı.”

Yağlı kapı

Çalıştırdığı kimselere bol kazanç sağlayan kimse, kuruluş, aile ya da yer.”Herkese nasip olmaz öyle yağlı kapı.”

Yağlı kuyruk

Kolayca ve bolca yararlanılabilecek kaynak; basitçe sömürülebilecek iş veya kimse.”Bulmuşsun bir yağlı kuyruk, çek babam çek!”

Yağlı müşteri

Bol paralı, çok alışveriş yapan zengin alıcı.”İki üç yağlı müşterimiz de olmasa kapamak zorunda kalacağız bu dükkânı.”

Yağma gitmek

Bir şey çok alıcı bulup çok satılmak, kolay müşteri bulmak.”Kapanın elinde kalıyor, yağma gidiyor, koş koş, sen de yetiş!..”

Yağma Hasan’ın böreği

Hakkı olanın da olmayanın da kolayca yararlandığı, kimsenin korumadığı, her yanından sömürülen kaynak.

Yağma yok

“Öyle şey olmaz, buna izin vermezler, kolay kolay elde edemezsin” anlamında bir tutumun ya da davranışın yanlışlığı ifade etmek için kullanılır.

Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak

Bir tehlikeden, güç bir durumdan kaçarken daha kötüsüyle karşılaşmak.

Yağmur yağarken küpünü doldurmak

Kazanma fırsatı varken ondan yararlanıp para veya mal edinmek.”Bana bak aslanım, daha ne istiyorsun, yağmur yağarken küpünü doldur yoksa pişman olursun.”

Yağ tulumu

Çok şişman, çok yağlı.”Birkaç ay sonra yağ tulumu olacak, şuna birisi söylese de çok yemese.”

Ya herrü (herro) ya merrü (merro)

“Tehlikeyi göze aldık, giriştiğimiz işte ya batar ya da çıkarız” anlamında kullanılır.

Yahudi pazarlığı

Tarafların çıkarlarını düşünerek çekişe çekişe yaptıkları pazarlık.”Benimle Yahudi pazarlığı yapmaya kalkma lütfen.”

Yakadan atmak

Savıp kurtulmak, başından atmak. “İnan onu yakamdan atmaya çalışıyorum.”

Yaka paça

Hiçbir itiraz dinlemeden, zorla, kuvvet kullanarak (götürmek).”Polisler adamı yaka paça götürdüler.”

Yakası açılmadık

Hiç duyulmadık, bilinmedik, ayıp söz, küfür.

Yakasına sarılmak

İstediği şeyi almak ya da dövmek için tutup bırakmamak, zorlamak.”Çocuk annesinin yakasına sarılmış balon diye ağlıyordu.”

Yakasına yapışmak

Hesap sormak ya da bir şey istemek için tutup bırakmamak.”Beni de götüreceksin diye yakama yapıştı, ben de getirmek zorunda kaldım.”

Yakasını bırakmamak

Bezdirecek kadar üstüne düşmek, ısrar etmek, yanından ayrılmamak.”Ne olursa olsun yakasını bırakmayıp paramı alacağım ondan.”

Yakasını kaptırmak

Bir şeyin, bir kimsenin etkisinden kendisini kurtaramamak, ona bağlanmış olmak.

Yakayı sıyırmak

Kurtulmak, kaçmak.”Çok şükür şu adamdan yakayı sıyırdık.”

Yakayı ele vermek

Yakalanmak, kaçamayarak ele geçmek.”Mahallenin hırsızı sonunda yakayı ele verdi.”

Yakayı kurtarmak

Umulmazken bir işten ya da kimseden kurtulmak, kaçmak.”Bu pis işten yakayı nasıl kurtardık hâlâ anlayabilmiş değilim.”

Yakınlık duymak

Birine karşı sevgi ve ilgi duymak, yabancılık hissetmemek.”Hayatta yakınlık duyduğum tek insandı.”

Yakışık almamak

Yerinde olmamak, uygun düşmemek, yaraşmamak.”Çocuğu herkesin içinde azarlaman hiç de yakışık almadı.”

Yalancı pehlivan

Yapamayacağı bir işi yapabilecekmiş gibi görünen kimse, palavracı.”Yalancı pehlivanın biridir o, ona güvenmeyin.”

Yalancısı olmak

Doğruluğu bilinmeyen, inanılmayacak sözleri bir başkasından işiterek söylemiş olmak.”Ben şefin yalancısıyım, müdür ihalelerde insiyatifini kullanıyor ve rüşvet yiyormuş.”

Yalan dolan

Hile, düzen, dalavere, yolsuz davranış,”Yalan dolanla iş görmeye kalkanların başına işte bunlar gelir.”

Yalan yere

Gerçeğe uygun olmayarak.”Yalan yere adamı şikâyet ettiler.”

Yalayıp yutmak
  1. İştahla, hiçbir şey bırakmadan yiyip bitirmek.
  2. Kötü bir söz ya da davranış karşısında sessiz kalıp, kabullenmek.”Sofradaki bütün yemekleri yalayıp yuttu.”

Yalpa vurmak

İki yana, sağa sola; bir o yana, bir bu yana sallanarak yürümek.”Nedendir bilmem, yalpa vurarak yürüyordu.”

Yalvar yakar olmak

Çok yalvarıp yakarmak.

Yan bakmak

Beğenmeyerek, kötü niyetle, düşmanca bakmak.”Bu adamın her gün yan bakması artık canıma yetti!”

Yan basmak

  1. Aldanmak.
  2. Kaypaklık edip dürüst davranmamak.”Sana tanınan bu fırsatı iyi değerlendir, sakın yan basayım deme.”

Yan çizmek

Kendisine yüklenen bir görevden kaçmak.”Üç kişi yan çizdi, demek ki ikimiz taşıyacağız bu bidonları.”

Yandan çarklı
  1. Şekeri yanına konmuş olan kahve veya çay.”Usta, iki yandan çarklı yap!.
  2. Bir omuzu düşük olarak yürüyen.
  3. Çarkı yanda olan gemi.

Yan gelip yatmak

Yapacak işleri olduğu hâlde yapmamak, rahatına bakmak, keyfince yaşamak.”Hiç çalışmıyor, yan gelip yatıyor akşama kadar.”

Yangına körükle gitmek

Anlaşmazlığı, gerginliği, kargaşalığı artırıcı, her iki tarafı kışkırtıcı söz ve davranışlarda bulunmak

Yan gözle bakmak

Kötü niyetle, düşmanca bakmak.

Yanına bırakmamak

Kendisine yapılan kötülüklerin öcünü almak, cezasını sert karşılıklarla vermek.”Bunu, onun yanına bırakmayacağım.”

Yanına (kâr) kalmak

Kendisinden öç alınmamak, yaptığı kötülük sert karşılık görmemek, cezasız kalmak.

Yanına salâvatla varılır

Çok öfkeli, kızgın ve kibirlidir.

Yanından bile geçmemiş

Hiç ilgisi yok, en ufak benzerliği bile yok.”Sen kardeşini bir görsen, bu onun yanından bile geçmemiş.”

Yanıp tutuşmak

  1. Elde etmek için güçlü bir istek duymak, elde edemediği için de büyük üzüntü içinde olmak.
  2. Kuvvetli bir aşkla sevmek.”Bakan olmak isteğiyle yanıp tutuşuyordu.”

Yanıp yakılmak

Sızlanıp şikâyet etmek, derdini döküp durmak.”Çoluk çocuk açtı, kimse yardım elini de uzatmıyordu, birine de yanıp yakılmayı bir türlü kendine yediremiyordu.”

Yanlış ata oynamak

Kazanmak için giriştiği işte tuttuğu yol, dayandığı kimse dayanıksız ve çürük çıkmak, dolayısıyla aldanmış olmak.

Yanlış kapı çalmak

İsteğinin yapılamayacağı bir yere başvurmak.”Meğer biz yanlış kapı çalmışız.”

Yan tutmak

Taraflardan birini desteklemek, onun söz ve davranışlarını benimsemek, yansız olmamak.”Yan tutmayıp tarafsız kalırsan senin için daha iyi olur.”

Yan yan bakmak

Düşmanca, kötü niyetle bakmak.

Yapmadığını bırakmamak

Bütün kötülükleri yapmak, eziyet etmek.

Yara açmak

  1. Bir şeyin yüzünde, özellikle de vücudun bir yerinde yara oluşmasına sebep olmak.
  2. Büyük dert, acı, üzüntü vermek.”Onun sözleri içimde bir yara açtı.”

Yaraya merhem olmak

Acil ihtiyaçları karşılamak.”Şu getirdiklerim yaraya merhem olur mu bilmem?”

Yardan atmak

Bir kimseyi aldatarak kazaya uğratmak, tehlikeli bir durumun içine itmek, türlü belâlara sokmak.”İnsan dostunu yardan atar mıymış?”

Yarı buçuk

Tam değil, çok az, tamamlanmamış, baştan savma.

Yarım adam

Güçsüz, sakat, zayıf, hasta kimse.”Ben bir yarım adamım diye beni hor göremezsiniz!”

Yarım ağızlı (söylemek)

İsteksizce, istemeye istemeye, gönülsüzce (söylemek).”Demek sizi de yarım ağızla davet ettiler.”

Yarım yamalak

Gelişigüzel, üstünkörü, eksik ve kusurlu.”Ödevlerini bir daha yarım yamalak yapma!”

Yarından tezi yok

En kısa zamanda, çok çabuk, geciktirmeden.

Yarı yolda bırakmak

Verilen desteği, yapılan yardımı sonuna kadar götürmemek.”Sana nasıl güvenebilirim, beni kaç kez yarı yolda bıraktın.”

Ya sabır çekmek

Kötülüklere, sıkıntılara, üzücü olaylara karşı tepki göstermemeye çalışıp, Cenab-ı Allah`tan kendisine sabır vermesini istemek.

Yaş Dökmek

Ağlamak.”Senin için az yaş dökmedi ailen.”

Yaşını başını almış (olmak)

Yaşı epeyce ilerlemiş olmak, yaşlanmış veya olgunlaşmış olmak.”Yaşını başını almış bir adamdır, çekinmeyin, gidin, size olgun davranacaktır.”

Yaşını içine akıtmak

Hissettiği acıyı, ızdırabı, üzüntüyü belli etmemek; ağlamak isteğini bastırmak.

Yaş tahtaya (yere) basmamak

Kolay kolay tuzağa düşmemek, uyanık davranmak.”O, benim yaş tahtaya basmayacağımı iyi bilir.”

Yatağa düşmek

Hastalık yüzünden yatmak zorunda kalmak, ayağa kalkamayacak durumda olmak.”Sizin yüzünüzden yatağa düştü çocukcağız.”

Yataklık etmek

Bir suçluya yardım etmek, onu gizlemek, barındırmak.

Yatak yorgan yatmak

Çok hasta olmak.”Bizim adam yatak yorgan yatıyor, ne yiyor, ne içiyor.”

Yatırım yapmak

Gelir amacıyla bir işe para yatırmak veya aynı amaçla önceden ortam hazırlamaya çalışmak.”Biz o arsayı yatırım yapmak için aldık.”

Yavaş gel

“Atıp tutma, abartma, ölçüsüz konuşma” anlamında kullanılır.

Yaya kalmak

Taşıt ya da hayvana binmeden yürümek zorunda kalmak.

Yayan yapıldak

Çıplak ayakla, yayan.”Onca yolu yayan yapıldak yürüyecek.”

Yaygarayı basmak

Bağırıp çağırmak, önemli bir nedeni olmadığı hâlde feryat etmek.”Elinden şekeri alınınca yaygarayı bastı.”

Yaz boz tahtasına çevirmek

Bir konuda birbirine uymayan kararlar almak, kararsızlık yüzünden bir konuda sık sık fikir değiştirmek.

Yedeğe almak

Bağlayarak arkasından çekip götürmek.

Yedi canlı

Pek çok ölüm tehlikesi geçirip sağ kurtulan insan ya da hayvan.”Yedi canlı mısın nesin, nasıl kurtuldun o kazadan?”

Yedi düvel

Bütün devletler, herkes, bütün dünya.”İstiklâl Savaşı`nı yedi düvele karşı verdik biz.”

Yediden yetmişe

En büyüğünden en küçüğüne, eli ayağı tutan herkes.”Halk yediden yetmişe silâhlanmış düşmanı bekliyordu.”

Yediği naneye bak

Yersiz, uygunsuz iş yapanlar için kullanılır.

Yedi iklim dört bucak

Hemen her yer, bütün dünya.”Yedi iklim dört bucak dolaştı durdu.”

Yedi kat yabancı

El, ne akraba, ne tanıdık, hiçbir yakınlığı yok.”Yedi kat yabancıyla iş yapmam diyor.”

Yeğ tutmak

Bir şeyi bir şeyden daha önemli görüp tercih etmek.”Kim ki öbür dünyayı bu dünyaya yeğ tutar, o kazanmıştır.”

Ye kürküm ye

Saygının kişiliğe karşı değil, zenginliğe, varlığa, giyim ve kuşama karşı gösterildiğini anlatmak için kullanılır.

Yele vermek

  1. Boşuna harcamak.
  2. Savurmak.”Bütün parayı yele vermek zorunda mıydın?”

Yelkenleri suya indirmek

Israrından, iddiasından, direnmekten vazgeçip karşısındakinin dediğini kabul etmek; yüksekten atıp tutmayı bırakarak yumuşamak.”Yelkenleri nasıl da suya indi dediğini yaptıramayınca.”

Yel yeperek yelken kürek

Telâş içinde, çok acele olarak, heyecanla.

Yemeden içmeden kesilmek

Bir üzüntü, korku ya da heyecan sebebiyle yiyemez duruma gelmek, iştahı kapanmak.”Yemeden içmeden kesildi, âşık mıdır nedir?”

Yeme de yanında yat

İstek uyandıran, görünüşü çok çekici olan, çok lezzetli yemekler için kullanılır.

Yemin etsem başım ağrımaz

“Gerçek olduğundan eminim, bu konuda yemin de edebilirim” anlamında kullanılır.

Yenilir yutulur gibi değil

  1. Yenmeyecek nitelikte (yiyecekler için).
  2. Aşırı, çok pahalı.
  3. Çok ağır, kabul edilmez (söz).
  4. Kendisiyle başa çıkılamayacak durumda olan.”Doğrusu yenilir yutulur gibi değildi o sözler.”
Yer almak
  1. Bir şey yapanların arasında bulunmak.
  2. Adına ayrılan yerde bulunmak”Şiir komisyonunda sen de yer aldın mı?”

Yer cücesi

Ufak tefek olduğu gibi kurnaz, fitneci, çok bilmiş kimse.

Yer demir gök bakır

“Hiçbir yerden yardım alma umudu kalmadı, bütün kapılar kapalı, yardım imkânları ortadan kalktı, kime baş vurdumsa elim boş döndüm” anlamında çaresizliği anlatmak için kullanılır.

Yerden yere çalmak

Çok hırpalamak, acınacak duruma düşürmek, zor durumlarda bırakmak.”Bütün milletin içinde yerden yere çaldı delikanlıyı.”

Yere bakan yürek yakan

Uslu, uysal, sessiz görünüp gizliden gizliye ve sinsice dolap çeviren, kötülük yapan kimse.”Desene yere bakan yürek yakan cinstenmiş o da.”

Yere göğe koyamamak

Çok önem vermek, nasıl ağırlayacağını ve memnun edip mutlu kılacağını bilememek.

Yer etmek

  1. İz bırakmak.
  2. İyice yerleşmek.”Bu sözler kulağına iyice yer eder umarım.”

Yerinde duramamak

Sürekli hareket etmek, kıpırdanmak, sabırsızlanmak, içi içine sığmamak, eyleme geçmek için telâş içinde dolaşmak.”Gelecekleri haberini alınca ne yapacağını şaşırdı; yerinde duramıyor, sağa sola koşturup duruyordu.”

Yerinden oynamak

  1. Bulunduğu bir yerden ayrılmak.
  2. Hareketli, heyecanlı, gürültülü, karışık bir zaman yaşamak.”O büyük kahramanın dönüş haberi gelir gelmez şehir yerinden oynamıştı sanki!”
Yerinden oynatmak

Yerini değiştirip başka bir yere kaldırmak.”Sakın bu vazoyu yerinden oynatmayın.”

Yerinde saymak

  1. Yürür gibi yaparak hep aynı yerde ayaklarının birini kaldırıp birini basmak.
  2. Hiç gelişme, ilerleme gösterememek.”Okullar neredeyse kapanacak ama bizim çocuk hâlâ yerinde sayıyor, okumayı bir türlü sökemedi.”

Yerinde yeller esmek

Yok olmak, artık bulunmamak.”Gittiğimde ayakkabıların yerinde yeller esiyordu.”

Yerin dibine geçmek

  1. Çok utanmak, sıkılmak.
  2. Kaybolmak, göze görünmez olmak.”Şuradaydı ama bulamıyorum, yerin dibine geçti sanki!”
Yerine geçmek
  1. Görevden ayrılan birinin yerine geçmek.
  2. Bulunmayan bir nesnenin yerine kullanılabilmek.”Emekli olan müdürün yerine geçmek için iki müdür yardımcısı yarışa tutuştular.”

Yerini bulmak

  1. Aradığı bir yeri bulmak.
  2. Yerine gelmek.
  3. Kendine uygun durumu, mevkiyi bulmak.”Yerini bulursam kızımı vermekte gecikmeyeceğim.”

Yerini doldurmak

  1. Daha önce görevinden ayrılan, yerine geçtiği biri kadar başarılı olmak.
  2. Yerinin adamı, görevinin üstesinden gelir olmak.”Bakalım yerini doldurabilecek mi?”

Yeri yurdu belirsiz

Serseri; ne iş yaptığı, nerde kaldığı, nereli olduğu bilinmeyen.”Yeri yurdu belirsiz bu adama yüz verme demedim mi?”

Yerle bir etmek

Bir yeri yakıp yıkmak, tahrip etmek, temeline kadar söküp dağıtmak, taş taş üstüne bırakmamak.”Koca kenti bir saat bombalayıp yerle bir ettiler.”

Yerli yersiz

Uygun olsun olmasın, uygun zamanı kollamadan.”Yerli yersiz konuşup duruyor geveze adam.”

Yer tutmak

  1. Bir yeri kaplamak.
  2. Birine bir yer ayırmak.”Salonda yer tutmak yasaktır!”

Yer vermek

  1. Önemini belirtmek.
  2. Kendi yerini bir başkasına vermek.
  3. İmkân tanımak.”Bu fikre de yer vermeliyiz.”

Yer yarılıp içine girmek

  1. Çok utanmak.
  2. Yitirilen şey bir türlü bulunamamak.”Yer yarılıp içine girdi sanki, önceki gün şurada duruyordu.”
Yer yerinden oynamak

Bir olay toplumda telâş, heyecan, gürültü, patırtı, kargaşa oluşturmak.”Bu kaleyi de zapdedersek yer yerinden oynayacak, bizi kimse tutamayacak artık.”

Yeşil ışık yakmak

Bir şeyin olmasına izin vermek, göz yummak.”Onların bize yeşil ışık yakacaklarını hiç sanmıyorum.”

Yılan hikâyesi

Bir türlü sonuca bağlanamayan, çözümlenemeyen, uzayıp giden (mesele ya da iş).”Yılan hikâyesine döndü iş, ne yapacağız şimdi?”

Yılanın kuyruğuna basmak

Zararı dokunacak, kötülük yapacak bir kimseye ilişmek ya da sataşmak yoluyla fırsat vermek.

Yıldırımları (veya şimşekleri) üstüne çekmek

Kimi davranışlarıyla pek çok kimseyi kızdırarak eleştirilere, saldırılara yol açmak.”Bu hareketlerinle şimşekleri üzerine çekiyor, hepimizi tehlikeye atıyorsun.”

Yıldırımla vurulmuşa dönmek

Ansızın ortaya çıkan kötü bir durum karşısında sarsılmak, ne yapacağını bilemez olmak, bitkin ve şaşkın bir duruma düşmek.”İflas haberini duyunca yıldırımla vurulmuşa döndü, oraya yığılıp kaldı.”

Yıldızı barışmamak

Aralarında görüş, düşünce ve duygu ayrılıkları bulunup birbirlerinden hoşlanmamak, birbirleriyle iyi geçinmemek, anlaşıp uyuşamamak.”Şu adamla yıldızım bir türlü barışmadı gitti.”

Yıldızı parlamak

Çok başarılı olup herkesin dikkatini çekecek duruma gelmek, ün kazanmak.”Yıldızı parladığı bir sırada hayata veda etti.”

Yıldızı sönmek

Ününü ve itibarını kaybetmek.”Yıldızının bu kadar çabuk söneceği kimin aklına gelirdi ki!”

Yiğitlik sende kalsın

“Karşısındaki anlamasa da hoşgörü göster, özveride bulun, ılımlı davran, böylelikle soylu davranışını göstermiş olursun” anlamında bir anlaşmazlığa son vermek için taraflardan birine söylenir.

Yiyip bitirmek

  1. Parayı tüketinceye dek harcamak.
  2. Yemeği sonu gelinceye kadar yemek.
  3. Birini üzmek, tedirgin etmek, devamlı hırpalamak.”Senin bu hareketlerin beni yiyip bitirdi!”

Yok canım!

  1. Gerçek mi, öyle mi.
  2. Hayır inanmam, doğru değil bu!”Yok canım, değil ona gitmek, hiç görmedim bile.”
Yok devenin başı!

“Daha neler, çok abartıyorsun, bu sözlere inanmam” anlamında, söylenenlere inanılmayacağını anlatmak için kullanılır.

Yok pahasına

Son derece ucuz, değerinin altında bir fiyata, ölü fiyatına.”Yok pahasına sattılar evi, yazık oldu.”

Yol açmak

  1. Yeni bir yol yapmak.
  2. Herhangi bir sebepten ötürü kapanmış yolu açmak, geçilir duruma getirmek.
  3. Birinin geçmesi için kenara çekilip geçme önceliği tanımak.
  4. Bir olayın başlamasına sebep olmak, öncülük etmek.”Onun bu çıkışı özgürlük hareketinin başlamasına yol açtı.”
Yola çıkmak

Bir yere gitmek üzere bulunduğu yerden ayrılmak.”Sabah erkenden yola çıkacaklarmış.”

Yola düşmek

Bir zorunluluk sebebiyle yola çıkmak, yol almaya başlamak.”Çabuk olun, onlar yola düşmüşlerdir bile.”

Yola gelmek

Ters tutumunu düzeltmek, uslanmak, istenilen biçimdeki davranışı kabul etmek.”Kaygılanma, eninde sonunda yola gelecektir.”

Yola getirmek

Birinin bir konudaki ters tutumunu düzeltmek.

Yol almak

  1. Çıkılan yolda ilerlemek.”Bir saatte epey yol alırız..
  2. Mesleğinde ilerlemek.”Kaynakçılığa başlayalı çok olmadı ama oldukça yol aldı.”

Yol aramak

Bir meseleye çare bulmaya çalışmak, imkân aramak.”Bu çıkmazdan kurtulmak için bir yol arıyoruz fakat bulamıyoruz.”

Yol bulmak

Bir çözüm, bir çare bulmak.”İnşallah bir yolunu bulur, öderiz borcumuzu.”

Yoldan çıkmak

  1. Bir taşıt bir sebeple yolundan ayrılmak, gitmez olmak.
  2. Kötü yola sapmak, doğru yoldan ayrılmak, azgınlığa düşmek.”Komşunun çocuğu iyice yoldan çıkmış, ne yaptığını bilmiyor.”
Yoldan kalmak

Gitmek istediği yere gidememek, alıkonmak, bir engel dolayısıyla gecikmek.”Çekilin önümüzden, bizi biraz daha oyalarsanız yoldan kalacağız.”

Yol geçen hanı

Hemen herkesin girip çıktığı, uğradığı yer.”Sanki bu ev yol geçen hanı, hiç mi rahat etmeyeceğiz kendi evimizde!”

Yol göstermek

  1. Rehberlik etmek, yolu bilmeyene tarif etmek, nasıl gidileceğini anlatmak.
  2. Nasıl davranılacağını, ne yapılacağını öğretmek.”Benim elimden bir şey gelmez, patrona git, o bir yol gösterir sana.”

Yol iz bilmemek

  1. Bulunduğu yerde yabancı olup gideceği yolu ve yeri bilmemek.
  2. Görgüsüz davranmak.

Yol kesmek

  1. Birinin geçmesine engel olmak.
  2. Issız yerlerde, yollarda soygunculuk yapmak.”Düğün alayının yolunu kesmiş eşkıyalar.”

Yol tutmak

Yaşayışını inandığı, doğru bildiği bir düzende sürdürmek.”Sen de kendine özgü bir yol tuttun demek!”

Yolu (ayağı) düşmek

Yolu üzerinde bulunan o yerden geçmesi gerekmek; o yer, yolu üzerinde bulunmak.”Sizin köye de yolum düştü, babanı gördüm, sana selâm söyledi.”

Yoluna çıkmak

  1. Karşılamaya gitmek.
  2. Yolda karşısına çıkmak.”Bütün kasaba halkı yeni gelen kaymakamın yoluna çıkmıştı.”

Yoluna (rayına) girmek

İstenilen biçimi almak, gerekli olan şekilde gelişmek.

Yoluna koymak

Bir işi olumlu bir duruma sokmak, istenilen şekle getirmek.”İşlerini kısa zamanda yoluna koymayı başardı.”

Yolunu beklemek

Gelmesini beklemek.”Az yolunu beklemedi oğlunun.”

Yolunu bulmak

  1. Kanunî olmayan yollardan kazanç sağlamak.
  2. Çözüme ulaşmak, gereken çareyi bulmak.”Onu razı etmenin yolunu buldum, çabuk benimle gel.”

Yolunu kaybetmek

Hangi yoldan gideceğini bilememek, şaşırmak.”Çocuklar yollarını kaybetmişler, tam aksi yönde ilerliyorlardı.”

Yolunu sapıtmak

Kötü yola düşmek, doğru yoldan ayrılmak.”Yolunu sapıtmış şu adamı Allah` tan başka kim doğru yola getirebilir?”

Yolunu yapmak

Bir işi olumlu sonuca ulaştıracak ya da mümkün kılacak girişimde bulunup hazırlık yapmak veya tedbir almak.

Yolu tutmak

Bir yoldan kimseyi geçirmeyecek biçimde düzen kurmak.”Askerler tam teçhizatlı yolu tutmuşlar, bekliyorlardı.”

Yol yordam

Bir şey, davranış ya da yapışın usul ve kuralları.”Madem yol yordam bilmezsin neden kalkışırsın böyle bir işe.”

Yorgan gitti, kavga bitti

“Kavga, çekişme, anlaşmazlık nedeni olan şey ortadan kalkınca kavga da sona erdi.” anlamında kullanılır.

Yorgunluğunu almak

  1. Yorgun kişi, yorgunluğunu gidermek için dinlenmek.
  2. Yorgun birini dinlendirmek.

Yorgunluğunu çıkarmak

  1. Dinlenmek.
  2. Yaptığı işten, dinlenmesini sağlayacak iyi bir haber alıp huzur içinde olmak.

Yörüngesine oturtmak

  1. (Uydu) istenilen yerde ve yönde hareket eder olmak.
  2. Bir iş yoluna girmek, rayına oturmak.

Yufka yürekli

Çok duygulu olup olaylardan hemen etkilenip ağlayan, çok acıyan, üzülen kimse.”Senin bu kadar yufka yürekli olacağını düşünemezdim.

Yukarı tükürsem bıyık, aşağı tükürsem sakal

İki davranış, iki kimse, iki karşıt şey arasında bir tercih yapamama zorluğunu anlatmak için kullanılır.

Yumruk kadar

  1. Küçücük, bir yumruk büyüklüğünde ancak (nesne).
  2. Küçük çocuk.”Yumruk kadar çocuktan dayak yediğin doğru mu?”

Yumurta kapıya gelmek

Yapılması gereken bir iş için zaman daralmış olmak, iş çok sıkışık zamana rastlamak.”Sen hep işleri yumurta kapıya gelence mi yaparsın?”

Yumurtaya kulp takmak

Hemen her şeye bir kusur bulmak, bahane bulmakta usta olup hiçbir şeyi beğenmemek.

Yumuşak yüzlü

Kendisinden istenilenleri geri çevirmeyen, kimseyi gücendirmek istemeyen kimse.”Yumuşak yüzlü olduğum için mi tepeme çıkıyorsunuz?”

Yuvarlak hesap

Ayrıntıya girmeden, bir bütün sayıya yaklaşık olarak tamamlanabilen hesap.”Aldığımız mallar yuvarlak hesap yüz bin lira tuttu.”

Yuvarlanıp gitmek

Eldeki imkânlar içinde hayat sürmek.”Yuvarlanıp gidiyoruz işte.”

Yuvasını bozmak

Ev ve aile düzenini bozmak, dağıtmak, alt üst etmek.”Hiç sebepsiz yuvasını bozdu nankör adam.”

Yuvasını yapmak

Birinin hakkından gelmek, hakettiği ceza ya da cevabı vermek.”Onun yuvasını yapmak ancak bana düşer.”

Yuvasını yıkmak

  1. Birinin eşinden ayrılmasına yol açmak.
  2. Bir kimse eşinden ayrılarak aile düzenini bozmak, yok etmek.”Zorla kadıncağızın yuvasını yıktılar, lânet olsun onlara.”

Yük altına girmek

Sorumluluk gerektiren, ağır bir görevi kabul etmek.”Desene boş yere yük altına girmişiz biz.”

Yük olmak

  1. Sıkıntılı bir işi başkasına yaptırmak.
  2. Masraflarını başkasına ödetmek.”Çocuklarım artık bana yük olmuyorlar.”

Yükseklerde dolaşmak

Elde edilmesi zor şeyler istemek.”Yükseklerde dolaşmayı bırak da olabilecek bir şey iste.”

Yüksek perdeden konuşmak
  1. Yüksek sesle konuşmak.
  2. Meydan okurcasına sert konuşmak.
  3. Yapılması güç şeyleri yapacakmış gibi abartılı konuşmak.”Bu adam yüksek perdeden konuşmaya bayılıyor.”

Yüksekten atmak

Yapamayacağı şeyleri söylemek.”Amma da yüksekten atıyor.”

Yükte hafif pahada ağır

Taşınması kolay, değerli eşya (altın, elmas gibi.)

Yükün altından kalkmak

  1. Üzerine aldığı ağır bir işi başarmak.
  2. Gördüğü bir iyiliğin karşılığı olarak bir şeyler yapmak.”Onu bu yükün altından kalkamaz sananlar nasıl da yanıldılar.”

Yükünü tutmak

Çok zenginleşmek, para ve mal kazanmış olmak.”Kısa zamanda yükünü tuttu bizim komşu.”

Yüreği ağzına gelmek

Y harfi ile başlayan deyimler arasındadır. Anlamı: Birden bire çok korkmak, kalbi yerinden fırlayacakmış gibi hızlı hızlı atmak.”Karanlık ve ıssız sokakta yürürken bir çığlık duydu, yüreği ağzına geldi o an.”

Yüreği cız etmek

Çok acımak, içi sızlamak.”Eşinin o hâlini görünce yüreği cız etti.”

Yüreği çarpmak

  1. Korku ve kaygı duyup merak etmek, bu sebeple tedirgin olmak.
  2. Yüreği hızlı vurmak.

Yüreği dayanmamak

Çok acı duymak, acısına katlanamamak.”Ailesinin son ferdini de kaybedince yüreği dayanmadı ihtiyar kadının, yatağa düştü.”

Yüreği ezilmek

  1. Üzülmek, çok acı duymak.
  2. Çok acıkmış olmak.”İçim eziliyor, bir şeyler yemeliyim.”

Yüreği hop etmek

Bir olay karşısında birdenbire korkup heyecanlanmak.

Yüreği ferahlamak

Y harfi ile başlayan deyimler arasındadır. Anlamı: İçi kaygıdan, sıkıntıdan kurtulmak.

Yüreği kabarmak

  1. Midesi bulanmak.
  2. Merak, kaygı, korku ve sıkıntı yüzünden derin bir soluk alma gereği duymak.
Yüreği kalkmak

Heyecanlanmak.”Tekne sallandıkça yüreği kalkıyordu.”

Yüreği kararmak

İçine bir karamsarlık, bir sıkıntı çökmek; iyimserliği ortadan kalkmak.”Yüreğin kararmasın, onu bulacağımızdan emin ol.”

Yüreği katı

Acımasız, acıma duygusundan yoksun kimse.

Yüreğine (içine) dert olmak

Birine karşı ya da birinin kendine karşı yaptığı bir davranış sonradan kendisi için acı, üzüntü kaynağı olmak.”Ona yemek vermedim ama yüreğime dert oldu.”

Yüreğine inmek

  1. Birdenbire ölmek.
  2. Büyük ölçüde üzülmek.”Bu acı haberi verip de yüreğine indirmek mi istiyorsun?”

Yüreğine (içine) işlemek

Çok tesirli olmak, derinden acı vermek.

Yüreğine od düşmek

Y harfi ile başlayan deyimler arasındadır. Anlamı: Yüreği yanmak, belli bir sebep sonucu büyük bir acı duymak, çok üzülmek.”Kim ki başkasının uğradığı felâket onun yüreğine od düşürür, işte adam odur.”

Yüreğine su serpilmek

Duyduğu üzüntüyü hafifletecek bir haberle karşılaşmak, ferahlamak.”Demek mahkemeye başvurmaktan vazgeçmiş, yüreğime su serpildi doğrusu, yoksa olayı hemen herkes duyacaktı.”

Yüreği küt küt atmak

Korku ve heyecandan yüreği hızlı hızlı çarpmak.

Yüreği oynamak

Ansızın heyecanlanmak veya korkmak, tedirgin olmak.

Yüreği (içi) parçalanmak

Y harfi ile başlayan deyimler arasındadır. Anlamı: Çok acımak, karşılaştığı bir durum sebebiyle çok üzüntü duymak.”Zavallının o hâlini görünce içim parçalandı.”

Yüreği pek

  1. Korkusuz, yürekli, çok cesaretli.
  2. Yüreği katı.”Onca insanla baş etmeyi göze alıyor, yüreği pek bir insanmış demek ki.”
Yüreği yanmak
  1. Çok fazla acımak.
  2. Bir felâkete uğramak.”Yüreğim yanıyor, acısını bir türlü unutamıyorum.”

Yürükten bağlanmak

İçten, samimi olarak sevgi ve saygı duymak.

Yürürlüğe girmek

Bir kanun ya da kararname uygulanmaya başlamak.

Yüzünü ağartmak

Yakınlarının övünç duymasına neden olacak beğenilir bir iş yapmak.

Yüz bulmak

Y harfi ile başlayan deyimler arasındadır. Anlamı: Kendisine gösterilen hoşgörüden yararlanma yoluna gidip şımarmak, hoşa gitmeyen davranışlarda bulunmak.

Yüze gülmek

  1. Sevimli, çekici görünmek.
  2. Yalandan dost görünmeye çalışmak.”Yüze gülüp arkadan insanın ekmeğini alır onlar.”

Yüze vurmak

İşlediği bir suçu ya da kabahati birinin açıkça yüzüne söyleyip onun utanmasına yol açmak.”Suçunu sakın yüzüne vurup da utandırma onu.”

Yüze yüze kuyruğuna gelmek

Uzun süren bir işin sonuna yaklaşmış olmak.

Yüz görümlüğü

Güveyin gelinin duvağını açarken verdiği armağan.

Yüz göz olmak

Senli benli olmak ve birbirinden çekineceği kalmamak, aradaki mesafe kalkmış olmak, lâubalileşmiş olmak.”İyice yüz göz olduk, beni artık dinlemiyorlar.”

Yüz karası

  1. Utanılacak bir durum.
  2. Ailesi, çevresi için utanç verici bir iş yapmak.”Ailemizin o yüz karasını hiç kimse görmeye gitmeyecek, anladınız mı?”

Yüz kızartıcı

Y harfi ile başlayan deyimler arasındadır. Anlamı: Çok utandırıcı hareket veya durum.

Yüz dökmek

Zorlanarak, utanmayı ve sıkılmayı göze alarak, yalvararak bir kimseden ricada bulunmak.

Yüz tutmak

Bir şey olmak üzere bulunmak.”Hava kararmaya yüz tuttu.”

Yüzde kalmak

  1. Derinleştirmemek.
  2. Önemli şeyler meydana getirmemek.
Yüzü ak

Suçu, utanılacak durumu bulunmamak; temiz ve saf olmak.”Alnım açık, yüzüm aktır.”

Yüzü görmemek

Kimi şeylere hiç sahip olamamak, onlardan uzak bulunmak.”Çocuklar günlerdir et yüzü görmediler.”

Yüzü gözü açılmak

  1. Çevresi ile ilişkilerini geliştirmeye başlamış olmak, dünyayı anlamaya başlamak.
  2. İyiyi kötüyü, kendine yarayanı ayırt edici duruma gelmek.

Yüzü gülmek

  1. Sevinci yüz hatlarında anlaşılır olmak.
  2. Neşelenip sıkıntıdan kurtulmak, feraha kavuşmak.”Bakıyorum yüzün gülüyor, sebebi ne ola ki?”

Yüzü kalmamak

Y harfi ile başlayan deyimler arasındadır. Anlamı: Bir kimseye karşı pek borçlu bulunmak ve ondan artık bir şey isteyecek hâli kalmamak.”Bu güne kadar ne istedimse verdi. Artık yüzüm kalmadı, git, isteyebileceksen sen iste.”

Yüzü kara

Utanacak bir durumu olan.

Yüzü kasap süngeri ile silinmiş

Utanacak, sıkılacak, arlanacak yanı kalmamış; arsız.

Yüzünden (suratından) düşen bin parça olmak

Sıkıntısı, öfkesi ve küskünlüğü yüz ifadesinden belli olmak.”Babamın yüzünden düşen bin parça, ne oldu yine?”

Yüzünden okumak

  1. Ezberden değil, yazılı kâğıttan ya da kitaptan okumak.
  2. Neler hissettiğini, durumunu yüzünden anlamak.”Onun ne mal olduğu yüzünden anlaşılıyor.”

Yüzüne bir daha bakmamak

Darılıp küsmek, bir daha konuşmamak; önemsemeyip ilgisiz kalmak.

Yüzüne kan gelmek

Benzi beti yerine gelmek, sağlığına kavuştuğu yüzünün kızarmasından belli olmak; soluk rengi geçmek.”İki şişe serum verdiler, sonunda yüzüne kan geldi.”

Yüzünü ağartmak

Yakın çevresinin övünç duymasına neden olacak bir iş yapmak veya başarı kazanmak.”Uluslararası maratonda birinci gelerek milletin yüzünü ağarttı bu çocuk.”

Yüzünü ekşitmek

Y harfi ile başlayan deyimler arasındadır. Anlamı: Rahatsız olduğunu, hoşnut olmadığını, öfke duyduğunu yüz ifadesiyle belli etmek.”Haydi kalk, yüzünü ekşitme öyle, çok kalmayacağız onlarda.”

Yüzünü gören cennetlik

Uzun bir süre ortalıkta görünmeyen kimseler için kullanılır.

Yüzünü kara çıkarmak

Yaptığı bir iş ya da davranışla birini utandırmak, mahçup duruma düşürmek.”Sakın onu gönderme, yüzünü kara çıkarır yoksa, pişman olursun!”

Yüzünü kızartmak

Birini utandırıp yüzünün kızarmasına yol açmak.”Onun utanacağı sözleri söyleyip de yüzünü kızartmadan duramaz mısın sen?”

Yüzünün akıyla çıkmak

Bir işe girip o işten başarı elde ederek, onurunu zedelemeden, utanılacak bir duruma düşmeden çıkmak.

Yüzü sirke satmak

Yüzünden hoşnut olmadığı anlaşılmak, asık yüzlü olmak.”Baksana, yüzü sirke satıyor adamın.”

Yüz üstü bırakmak

Tamamlanmamış bir durumda, yarı yolda bırakmak.”İşleri yüz üstü bırakıp gitti.”

Yüzü soğuk

Y harfi ile başlayan deyimler arasındadır. Anlamı: Ürküntü veren, hoşnutluk vermeyen, sevimsiz,”Aman ne yüzü soğuk adamdı o öyle!”

Yüzü suyu hürmetine

Bir kimsenin hatırına değer verildiği için.”Hz. Peygamber`in yüzü suyu hürmetine Cenab-ı Allah, bizleri inşallah bağışlar.”

Yüzü tutmamak

Bir şey istemeye ya da söylemeye çekinmek, cesaret edememek.”Babamdan para isteyeceğim ama bir türlü yüzüm tutmuyor.”

Yüzü yerde

Alçakgönüllü.

Yüzü yok

“Bir şeyi yapmaya cesareti yok, öyle yanlışlıklar yaptı ki teklif etmeye utanıyor.” anlamında kullanılır.

Yüz vermek

Her istediğini yerine getirerek şımartmak; yakınlık göstererek, hoş görülü davranarak ölçüsüz hareketler yapmasına sebep olmak.

Yüz yüze bakmak

Yakın ilişki içinde bulunup, bu ilişkileri bir süre devam etmek.”Birbirimize iyi davranalım, epey bir zaman burada yüz yüze bakacağız.”

Yüz yüze gelmek

  1. Birden karşılaşmak.
  2. Bir araya gelmek.”Bu meseleyi yüz yüze geldiğiniz zaman konuşursunuz.”

Deyimler ve anlamları hakkında aradığınız her şeye sayfamızdan ulaşabilirsiniz.

1 Yorum

1 Yorum

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir