Kültür Sanat

Elma Kurtları

Oyunda yer alan minik oyuncuların hepsi, birbirinden değerli ve başarılı ilkokul öğrencileri. Kendileri ve ebeveynleri ile bale, Elma Kurtları ve geleceğe dair projelerini konuştuk. Aralarında, İngiltere Kraliyet Balesi’ne çağrılan ve ödül alan Ayça Anıl da bulunuyor. 

2008’i çok uzun bir röportaj ile kapatıyoruz… Önce, Elma Kurtları’nın dansçılarını ve diğer oyuncularını, sonra oyunu sahneye koyan Şebnem Özsaran’ı ve son olarak, opera adına kitap yazmış, aynı zamanda çocuklara yönelik de bir kitap hazırlayan Niyazi Ölmez’i okuyacaksınız. 
 
Doğa Kulaksız: Mustafa Mihriban Boysan İlköğretim Okulu, 5. sınıf öğrencisiyim. 
Geçen sene baleye başladım. Elma Kurtları’nda ilk olarak elma toplayan küçük kız rolünü temsil ettim. Bu sene hem elma toplayan küçük kız, hem de çekirdek rolündeyim. 

Yıldız Alpar Bale Okulu’nda halen bale eğitimi almaktayım. Arkadaşım Dila’dan aldığım öneri üzerine İstanbul operasında yapılan seçmelere katıldım ve burada da bale eğitimi almaya başladım. Benim sahne alanındaki ilk deneyimim, “Mutlu Prens” adlı müzikli çocuk oyunudur. Orada kırlangıç rolünü, daha sonra süslü kız rolünü temsil ettim. Ardından Elma Kurtları ile devam etim. 

Gelecekte baleyi sürdürmeyi düşünüyorum. Dans etmeyi ve baleyi seviyorum. Balerin olmak istiyorum ama ayrı ayrı düşüncelerim de var. 
 

Batı Aktaş:   Firuzağa İlköğretim Okulu, 4. sınıf öğrencisiyim. 
Aslında ben, Elma Kurtları’nda oynamıyordum, şu an üstlendiğim rolü başka bir isim temsil ediyordu. Fakat, baleden ayrıldığı için oyundan da ayrılmış oldu. Giden arkadaşımız yerine bir eleme yapıldı ve onun yerine ben seçildim. 

7 yaşından beri bale eğitimi alıyorum. Sanata başlamamda babamın etkisi çok büyüktür. Babamın adı Turgut Aktaş ve İstanbul Opera Orkestrası’nda klarnetçi. Elma Kurtları, daha çok mimiklere bağlı bir eser. Çocuklar tarafından mutlaka izlenilmesi gereken bir oyun. Gelecekte, herhalde baleye devam ederim. Zaten iki yıl sonra da konservatuara yazılacağım. 

 

Elma Kurtları’na nasıl başladın ve hangi roldesin? Okulunu ve kaçıncı sınıfta okuduğunu belirttikten sonra, sorularımızı cevaplayabilir misin?

 

Ayça Anıl: 4. sınıf öğrencesiyim. Ben de dansçılardan biriyim. Bir de oyunda ilk çıkan çocuk rolünü temsil ediyorum. Ne zaman beni buraya temsil için çağırsalar, her zaman gelebilirim, çünkü baleyi çok seviyorum. Gelecekte kesinlikle balerin olmak istiyorum ve bunu bütün hayatım boyunca sürdürmek istiyorum. Gelecekte bale öğretmeni olup, baleyi diğer çocuklara öğretmek istiyorum.  

Ayça Anıl’ın Annesi Seda Anıl: 4 senedir balenin içindeyiz. Ayça’nın bale ile tanışması, anaokulunda bale gösterisini izlemesi ile başladı. Hem özel bir bale kursunda, hem de operada bale eğitimine devam ediyoruz. Balenin çocukların hayatına disiplin kattığını düşünüyorum. Bale ile kişilikleri ciddi anlamda gelişiyor. Ayça, İngiltere’de Kraliyet Balesi’ne geçen sene çağrıldı ve tek Türk olarak ülkemizi etti. Orada iki çocuk ödül aldı ve onlardan biri de Ayça! İngiliz Kraliyet Balesi, seneye direk giriş hakkı verdi. 2009’da tekrar İngiltere’ye gideceğiz.
 

Bersu Naz Say: İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda okuyorum. 6. sınıf öğrencisiyim. Elma Kurtları’nın sahneye koyulduğu tarihten bugüne dek, oyunda yer alıyorum. Elma toplayan küçük kızlar ve elma kurtçukları rolündeyim. Ben, baş balerin olmak istiyorum. Yurtdışında eğitim görmek ve bale öğretmeni olarak hayatıma devam etmek istiyorum. 
 

Bersu Naz Say’ın annesi Çiğdem Say: Bersu, 4 yaşında senkronize yüzmeyi izlerken, baleye gitme fikri oluştu. Kendisine iki alternatif sundum; hem yüzme, hem de baleye gidebilirsin dedim. Hangisini öncelikli istiyorsun? O, “bale” dedi. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde bale kursuna başladı. Bir ay sonra hocamızın tavsiyesi ile – ki aynı zamanda kendisi opera sanatçısıdır – buradaki seçmelere katıldı ve kazandıktan sonra operada, bale eğitimine başladı. Bu sene de İstanbul Üniversitesi Konservatuarı’nda tam zamanlı bale eğitimine başladı. Geçtiğimiz yaz, 15 günlüğüne Varna’da uluslararası bir bale okulunun kursuna gittik. Orada, Bersu’ya burs verip çağırdılar, ancak biz götürmedik, çünkü Bersu bizden ayrılmak istemiyordu ve biz de Türkiye’den ayrılmak istemedik. Bersu, aynı zamanda üç seneden beri piyano eğitimi de alıyor. İstanbul Devlet Operası’ndaki öğretmenlerimizin hepsi birbirinden değerli, burada olduğumuz için şanslıyız. 
 

Seray Selan: Zekai Dede İlköğretim Okulu’na gidiyorum, 5. sınıf öğrencisiyim. Elma Kurtları’nda Hasan Amca’nın yardımcıları elma toplayan kızlar rolündeyim. Gelecekte de baleye devam etmek istiyorum ve yurtdışında Türkiye’yi temsil etmek istiyorum.

 

Seray Selan’ın annesiyim Hülya Selan: : Eğitimciyim. Seray’ı 5 yaşında, kendi kişisel gelişimi için bir bale kursuna yazdırdık. Dört sene özel bale kursuna gitti. Opera balesinde bu dördüncü yılı.
 

Nilsu Narinç: Özel Sezin İlköğretim Okulu, 5. sınıf öğrencisiyim. Elma Kurtları’nda elma toplayan ve elma kurtçukları rollerindeyim. Yani daha belli değil, belki balerin olabilirim. Hobi olarak dans yapacağım, o kesin.  

 

Nilsu Narin’in annesi Selda Narin: Nilsu 7 yıl önce özel bir bale kursunda bale eğitimine başladı. 4 yıl önce Devlet Operası’nın seçmeleri ile burada bale eğitimine başladı. Bildiğim kadarı ile seçmeler, 4-5 yılda bir yapılıyor. 

Dila Özad: Gazi Mustafa Kemalpaşa İlköğretim Okulu, 5. sınıf öğrencisiyim. Operanın çocuk balesi bölümünde ders yapıyoruz. Eğitimimiz sırasında bizlere farklı koreografiler veriliyor. Ardından yapılan seçmeler ile oyunlara katılıyoruz. Ben de seçmelerde başarılı oldum ve Elma Kurtları’nın dansçılarından biriyim.

İris Arıkan: İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı 6. sınıf öğrencisiyim. Elma Kurtları’nda hem dans ediyorum hem de elma kurtçukları rolünü temsil ediyorum. 

İris Arıkan’ın annesi Selda Arıkan: İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası’nda arp sanatçıyım. İki çocuğum var. Kızım, ilkokulu bitirdikten İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda bale bölümüne girdi. Üç seneden beri de burada bale eğitim alıyor. 
 

 
Çiğdem Ünal: İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde bale sanatçı olarak çalışmaktayım. Altı yıldan bu yana çocuk balesinde “reflektör” olarak görev yapıyorum. Aynı zamanda opera balelerinde reflektörüm. Bir arkadaşımızın emekliliği nedeni ile bu sezon Elma Kurtları’na katıldım. 
 

Elma Kurtları’nda “sağır çekirdek” rolünü üstlenen Sema Uysal’ı tanıyabilir miyiz?

Sema Uysal: İstanbul Devlet Operası’nda 30 senelik devlet sanatçısıyım. Operayı çok seviyorum. Hayatımın büyük bir bölümünü burada geçirdim, halen de burada devam ediyorum. Çocuklara yönelik çalışmalarda yer almak çok zevkli. Geleceğin büyüklerini eğitmek, onlara sanatı sevdirmek adına çok güzel bir uğraş. Onun için olmak istediğim bir sahne, çocuk oyunları sahnesi… Elma Kurtları, bir elmanın içindeki çekirdeklerden bahsediyor. Ben, bu çekirdeklerin en yaşlı olanını canlandırıyorum. Oyun genç, yaşlı, hayattaki insanların tanıtımı esasında. Elma Kurtları, hepimiz için var olan kişilikler. 
Ben de yaşlanmış, duymayan biri olarak ama tabi olgunluğu anlatarak, diğer oyuncu arkadaşlarım ile birlikte, hayatın getirdiklerini taşıdığımızı gösteriyor ve hayata nasıl bakmamız gerektiğini öğretiyoruz. 

 

Elma Kurtları’nda hangi roldesiniz?

Kaan Elbingil: İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde koro şarkıcısı olarak çalışıyorum. Elma Kurtları’nda “Hasan Amca” rolündeyim. 
 

Elma Kurtları’nda koordinasyonu siz sağlıyorsunuz. Göreviniz olan kondüit hakkında bilgi verir misiniz?

Başak Taniş: Sahne arkasından sorumlu, aslında bir anlamda eseri başlatan ve bitiren ve aradaki bütün akışı sağlayan kişidir, kondüit. Rol sırası gelenlere sahneye çıkmalarını hatırlatma, dekor taşıma ve yerleştirme işlerini de kondüitler yapar.

 

ŞEBNEM ÖZSARAN

 

Elma Kurtları’nı sahneleyen Şebnem Özsaran, lise sonda iken U.S.A Boston New England Conservatory Okulu’nu kazandı, ancak ailevi nedenlerden dolayı gidemedi. Kaçırdığı fırsatlara rağmen yolunu doğru çizmeyi başardı. 

Bir dosya büyüklüğünde özgeçmişe sahip Şebnem Özsaran’ın 20 yaşında bir kızı var. 

Uzun yıllar Eurovizyon’da ve çeşitle yarışmalarda Türkiye’yi temsil etti. 

Şebnem Özsaran’ı aslında hepimiz tanıyoruz. “Solo, solo, soooolo” melodisi ile tanınan Solo reklamındaki ses ona ait! 
 
 

İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ne ne zaman hizmet vermeye başladınız?

 

Şebnem Özsaran: Liseden mezun olur olmaz, İstanbul Devlet Opera ve Balesi’ne başladım. O dönemde hocalarım Belkıs Aran ve Güher Güney’di. Sayın Aran ve Sayın Güney, üniversite eğitimim boyunca “şan” bölümünde okumam için ısrar ediyorlardı. Ancak ben, 4 yıl süren üniversite eğitimini hemen bitirmek ve yapmak istediklerimi biran önce yapabilmek adına 7 yıl süren “şan” eğitimine gitmek istemedim. O yüzden “şan” yapmadım, ki o zamanlarda zaten şan dersi alıyorduk, ama tabi yeterli değildi. Ender bulunan bir ses olan Mezosoprano sesine sahip olduğum için hocalarımın ısrarlarını sonunda dinledim ve İstanbul Operası’nın sınavlarına girdim ve kazandım. İstanbul Devlet Operası’nda bir yıl ücretli olarak çalıştıktan sonra İzmir Operası’nın açmış olduğu konservatuara gittim. 

Sahne yönetmeni, solist, oyuncu, yorumcu, rejisör kimlikleriniz bizim bildiklerimiz! Bu kadar çok işi nasıl bir arada yürütüyorsunuz?

 

Müzikle uğraşan bir kişinin, doğal olarak bir iş ile ilgilenmesi mümkün olmuyor. Konservatuarda okuduğum dönemde hem öğrenciydim hem de çalışıyordum. Yarışmalarda adımın çok fazla görülmesi, o dönemdeki ilişkilerden kaynaklanan bir durumdu. Yoksa yarışmalardan bir para almıyorsunuz, ülkenizi temsil ediyorsunuz.

 

20 yaşında bir kıza sahipsiniz yani bir annesiniz! Geriye dönüp baktığımızda Şebnem Özsaran’ın yoğun bir çalışma temposu olduğunu görüyoruz. O dönemde kızınıza nasıl vakit ayırıyordunuz?

 

Kızım, hep benim ile birlikteydi. Bir de yaptıklarım zannedildiği kadar vakit almıyordu ya da ben, hiperaktif bir insanım, boş duramıyorum.

Elma Kurtları’nı sahneye koyan kişisiniz. Çalışma sisteminizden bahseder misiniz?

Bu işi sevdiğim için sabahın altısında kalkıyorum, yedide kendime geliyorum ki, ondan sonra hazırlanıyorum. Sabah 08:30 civarında burda oluyorum. Bugün, özel olarak sizler için makyaj yaptım. Sahnenin kurulması için vaktinde burda olmam gerekiyor. Sahneyi oyuna hazırlayana kadar işimin başında duruyorum ve süreç böyle devam ediyor.

Katıldığınız ve Türkiye’yi temsil ettiğiniz birçok yarışma bulunuyor. Katıldığınız yarışmaları özetleyebilir misiniz?

Onno Tunç Yarışması vardı. Bu yarışma iki kez gerçekleştirildi. Birinde üçüncü, birinde ikinci oldum ve “en iyi yorumcu” ödülünü aldım. 1998 yılında Altın Güvercin ile Türkiye’deki yarışma işini kapattım. Opera kariyerime ağırlık vermeye başladım. Yine o dönemde, Monako’da Monto Carlo Operası’nda staj yaptım. Orada dünyanın en önemli üç rejisörü ile çalıştım. Bu arada, aralara serpiştirdiğim ve Türkiye’yi temsilen katıldığım yurtdışı çalışmalarım oldu. Tabi yarışmalara operadan izin alarak katılmak durumundasınız, mesleğinizi aksatmaksızın bunu yapıyor olmanız gerekiyor. 

Kazakistan’da gerçekleştirilen dünyanın en ünlü “şarkıcı” yarışmasına katıldım ve burada ikinci oldum. Uluslararası Makedonya Festivali’nde “en iyi yorumcu” ödülünü aldım. 
Bunun gibi bir sürü katıldığım yarışmalar ve bu yarışmalardan, kızıma hatıra olarak bırakabileceğim kupalar bulunuyor. 

Yarışmalarda artık göremiyoruz sizi…

“Artık yeteri kadar yarışmaya katıldın, biz seni emekli edelim” dediler diye düşünüyorum ben. Aslında şu an hale benim sesimi dinliyorsunuz. Bundan 37 yıl önce yaptığım çalışmalarda bulunduğum sesimi…

 

Mesela?

 

Solo reklamında, “ Solo, solo, soooolo” cıngılını söyleyen benim. 17 yaşında, 2.500 lira, yani bir altın bilezik değerinde olan reklam çalışmasıydı. Bilseydim marka olacağını daha fazla para talep ederdim. (Gülüyor.) Bir de yine reklamlardan bildiğiniz “çikolatalı” cıngılını söyleyen kişi benim. Bu çalışma da 17-18 yaşlarında yaptığım bir seslendirmeydi.
 

Elma Kurtları ve Mutlu Prens adlı müzikal oyunlarını sahneliyorsunuz.  Bunun dışında çocuklara yönelik bir çalışmanız bulunuyor mu? 

Kızım 9 yaşında iken, her anne gibi ben de okuluna bir takım yardımlarda bulunuyordum. Daha o zamanlarda reji asistanı değildim ve İzmir Operası’nda görev yapıyordum. O dönemde yüzdokuz çocuk ile “Uyuyan Güzel” adlı müzikali sahneledik. Bu çalışmada zorlandığımı söyleyebilirim, çünkü 3 ay boyunca onların ve benim serbest olduğum zamanlarda çalışmak durumundaydık. Oyunu sahnelememde, opera sanatçısı olmamın büyük faydası oldu. Oyunu, “Uyuyan Güzel” adlı müzikalin orjinaline sadık kalarak sahneledik. Kıyafet ve kostümleri ise Semiramis Tufanoğlu’nun kreasyonu ile operadaki terzilerimize diktirdik. 
 

Elma Kurtları’ndan biraz bahseder misiniz? Bu görevi nasıl üstlendiniz? 
Elma Kurtları şipşirin bir oyun. Yazarı, operamızdan emekli olan koro sanatçısı Anais Martin’dir. Evlenip Fransa’ya yerleşti. Ara ara operaya geliyor. Anais Martin’in kitapları var; üçlü bir kitap serisi. Elma kurtları bunlardan ilki. Ondan sonra fındık kurtları ve kitap kurtları geliyor. Fuayede kitaplarını imzaladı. Kitaplarının devamı olur mu, ya da başka çocuk oyunu olur mu, herhalde bunu önümüzdeki sezonda birlikte göreceğiz. Elma Kurtları’ndaki görevim bir tesadüf sonucu oldu. İstanbul Operası’nda reji asistanıyım. Çocuk oyunlarında, reji asistanlarına fırsatlar veriliyor. Bir tanesi de bana verildi. Çocuk oyunlarını sahnelemeye “Mutlu Prens” ile başladım ve ardından Elma Kurtları’nı sahneye koymaya başladım.

 

NİYAZİ ÖLMEZ
1979 yılında operaya başlayan Niyazi Ölmez, yazar olmadığını bir sanatçı olduğunu söylüyor. Kitabı çıkarmak yüksek maliyetli olsa da, Ölmez’i hiçbir güçlük hedefinden ve yapmak istediği şeyden alıkoyamadı. Çok uğraş ve emek vererek hazırladığı kitabı “Sesler Hazinesi”ni, okuyucuların beğenisine Turkuaz Yayınları ile sunmayı başardı. 

Kitabında, şimdiye kadar İstanbul Devlet Operası’na emek veren solistlerin, koristlerin, solo şarkıcılarının kısaca hepsinin adları ve fotoğrafları var. Bu fikri ilk o düşündü, mesleğini çok sevdiği ve önemsediği için bu çalışmayı yaptı. Opera Sanatçısı, İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin Basın Koordinatörü, “Sesler Hazinesi”nin yazarı Niyazi Ölmez’in geride bir şey bırakacak olmasının mutluluğu gözlerinden okunuyordu. 

“Pazar Sabahı” Cicicee için hazırlanan ve erken saatte bizim için Kadıköy Süreyya Operası’nda olan sanatçı ile kitabına ve çocuk oyunlarına dair konuştuk. 
 

 “Sesler Hazinesi “ adlı opera üzerine bir kitap yazdınız. Opera nedir ve kısaca operanın tarihinden bahseder misiniz?

 

Opera, bütün sanat dallarını içinde barındırır. Operaya gittiğinizde dansı görebilirsiniz, tiyatroyu görebilirsiniz, müziği görebilirsiniz. Tiyatro ile opera arasındaki fark da burada ortaya çıkar. Anlatım ve düşünceler, şarkılar ve notalar üzerinden yapılır. Opera, sanat dallarının en üstündedir. Tarihsel çizgisinin ise 400 yıllık bir serüveni vardır. 
Cumhuriyet tarihimizde ise serüveni şöyledir; Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, Sofya’da Carmen operasını izler ve çok beğenir. Atatürk, İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Ankara’ya gelişi üzerine, Ahmet Adnan Saygun’a özellikle rica eder ve Özsoy Operası’nı besteletir. Bu opera, Cumhuriyet tarihimizin seslendirilmiş ilk operasıdır. 
 

Osmanlı zamanındaki operamız ise, Hayrullah Paşa tarafından yazılmış “İbrahim Paşa ve İbrahim-i Gülşeni” hikayesini anlatan bir opera kitapçığıdır. 
 

Kitabınızda ciddi bilgilerin yanı sıra anılara da yer veriliyor. Kaleme aldığınız bir anıyı bizim ile paylaşır mısınız?

Geçen sene kaybettiğimiz ve özlemle andığımız, operanın değerli sanatçısı Aydın Gün, Türkiye’de operanın gelişmesine çok büyük bir katkıda bulunmuştur. İstanbul Operası’nın kuruluşu sırasında Aydın Gün, Belediye Meclisi’ne çağrılır. Belediye Meclisi’nde çok önemli bir konuşma olur. Meclis’te bir üye kalkıp, “Bu kadar derdimiz ve kanalizasyon sorunumuz varken, biz opera kurmaya çalışıyoruz. Bu kel başa, şimşir tarak olmaz mı?” der. Bunun üzerine Aydın Gün, çok akıllı ve bilinçli bir cevap verir; “Doğrusu buraya gelirken rakibimin kanalizasyon olduğunu tahmin etmezdim.” Bu cümle, meclisi çok güldürür. Gün, verdiği akıllı cevap ile oradakileri opera kurmaya ikna eder ve böylece operanın kurulması gerçekleşir. 

Kitabınızın adı “Sesler Hazinesi” Nereden aklınıza geldi bu ad?

İlk provama katılmak üzere Koro Salonu’na giriş yaptığımda, içerde 120 kişinin olduğunu gördüm. O, yüz yirmi sanatçının çıkardığı sesler, beni çok etkiledi. Denize atladığınızda etrafınızı su kaplar. Ben de koroya girdiğimde, her tarafımın sesle kaplandığını düşündüm. O an, tüylerim diken diken olmuştu. Tam benim istediğim yerdi; “bir hazinenin içine düştüğümü” düşündüm. 
Sonra, kendi biyografimi hazırlarken, düşündüğüm şeyin “Sesler Hazinesi” olduğuna karar verdim. Hatta bunun için www.seslerhazinesi.com adlı domaini satın aldım. 

California Üniversitesi de kitabı beğendi. İngilizce dilinde yapmam isteniyor. Ancak, İngilizce diline çevirebilmem için sponsor arıyorum. 
 

Yeni kitabınız olacak mı?

Evet. “Belizario ve Donizetti Ailesi” adlı yeni bir kitap hazırlıyorum. Yine, Turkuaz Yayınları’ndan çıkacak. Kitap, teknolojinin fazla gelişmediği dönemde, operanın seyircilere nasıl aktarıldığını anlatacak. Bu arada şunu da eklemek istiyorum… Bilgisayarı, son 5 yıldır kullanıyorum. Ondan önce, teknolojiden pek de haz aldığım söylenemez ki, telefonda bile uzun süre konuşamam. Hatta psikolog olan kızım bilgisayar başında iken, söylenirdim. Bir gün bilgisayar başına oturdum ve o günden sonra bilgisayarın başından ayrılamıyorum. (Gülüyoruz.)
 

Operayı çocuklara tanıtacak bir kitap düşünüyor musunuz?

Onun da çalışmalarını yapıyorum. Operayı çocuklara tanıtacak, net ve kafa karıştırmayan bir kitap hazırlıyorum. Çocukların buna ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

Çocuk oyunları hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyim?
Çocuk oyunu oynamayan sanatçıların, opera hayatında başarılı olamayacağına inanıyorum. Ben sadece bir kere çocuk oyununda oynadım, o yüzden de çok fazla başarılı olamadım. (Gülüyoruz.) Çocuklar ile diyalog kurabilen sanatçılar çok başarılı olurlar.

 

“Sesler Hazinesi’ hakkında söylemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Kitabın içinde yer alan bir kitap ayracı bulunuyor. Ayracın üzerinde, “İnsan sesi sınıfları” yer alıyor. İsteyen herkes, hazırladığım özel ayraç ile ses rengini bulabilir! Sesler Hazinesi’nin içinde bir de DVD var. İstanbul operasının tarihini anlatıyor. Böylece bilgiler görsel malzeme ile tamamlanıyor. Son olarak şunu da eklemek istiyorum; “Bu meslek, demokrasi demektir. Sekiz kişi, aynı şarkıyı söyler ama bir kişi yüksek sesle şarkı söylemez. Herkes, aynı tonda söylemek durumundadır! Bu, demokrasi değil midir?” Şunu da belirtmekte yarar var. “Operayı izlemenin tadına varmak için, daha önceden opera hakkında bilgi edinmek gerekir.” 

Yorumları Göster

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir