Sizi tanıyabilir miyiz?
Fatih Erdoğan. 1954 yılında İzmir’de doğdum; 23 Nisan’da. 23 Nisan’ı planlamadım, kendiliğinden oldu. İzmir’de 4 yıl kadar kaldıktan sonra İstanbul’a geldim, 4 yaşında. Onun dışındaki hayatım bu zamana kadar İstanbul’da geçti. İlkokul, ortaokul, lise ve üniversitede makine mühendisliği okudum. Mezun olduktan sonra bir yayınevine girip çalışmaya başladım; ilgi alanımın daha çok kitaba yönelik olduğunu fark edince. 32. yıldayız şu anda yayın hayatında ve çocuk kitapları alanındayım. Bunun yanı sıra da ek olarak on sene İstanbul Üniversitesi’nde ders verdim. İki yıl Bilgi Üniversitesi’nde ‘çocuklar için yazmak’ konulu bir seminer verdim. Bir dönem, Yeditepe Üniversitesi’nde ‘yaratıcı yazarlık’ dersi, İngiliz Dili Edebiyatı verdim’ İngiliz Dili Edebiyatı’ bölümünde. Halen Maltepe Üniversitesi’nde Sınıf Öğretmenliği bölümünde ‘çocuk edebiyatı’ dersi veriyorum. Bunun dışında kalan zamanım da Mavi Bulut Yayıncılık’ta yöneticilik, editörlük, aynı zamanda kendi kitaplarımı yazmakla geçiriyorum.
Mavibulut Yayınları’nı kurmaya nasıl karar verdiniz? ‘Her çocuğa, iyi kitap’ sloganını açar mısınız? ‘İyi kitap’ sizce nedir?
Mezun olunca, 80 yılının başında 10 yıl çalıştığım yayınevi Redhouse yayın eviydi. Ben daha orada çalışmaya başlarken bir yayın evim olmasını istedim ve 80 yılında kurdum. Kurarken bir isim aradım yayınevine. Çocuklara ilişkin bir şey olmasını istedim. İlkokul ikinci sınıfta resim dersinde yaşadığım bir olay aklıma geldi. Öğretmen kırlara çıkardı bizi. Dedi ki manzara resmi yapacaksınız. Küçükçekmece’nin Kanarya mahallesi denilen yer. O zaman kırlarda tek tük evler vardı. Karşıda Küçükçekmece gölü, gölün arkasında Firuzköy sırtları ve tepeleri, sağ tarafa doğru Ziraat Okulu’nun çam ormanları, farklı bir ortamdı. Hepimiz resim defterimize tipik, gölü yuvarlak olarak çizdik. Karşıya birbirine kenetlenmiş tepeler çizildi, bulutlar çizildi. Bulutları, arkadaşlarım mavi boyuyorlar. Ben de yanlış olduğunu söyledim. Bulutlar beyaz olur dedim. O zaman ukalalık dönemim başlamıştı demek ki. Gerçekten de bulutlar vardı gökyüzünde. Mavi olur dediler. Aklım almadı bir türlü. Çok rasyonel düşünüyorum. ‘Görmüyor musunuz?’ diyorum mavi değil, beyaz. Öğretmen duydu bizim konuşmamızı. Mavi olur – beyaz olur… Öğretmen geldi ‘ne oldu?’ deyince çok rahatladım. Çünkü öğretmen yüce güç, benim için çok yukarılarda bir yerlerde ve her şeyi çözecek. Haklılığım evrensel bir şekilde kanıtlanacak dedim. Öğretmen geldi, konu açıldı. ‘Tabi tabi, mavi yapın’ dedi. Feci bir yıkımdı benim için. Ama yıllar sonra öğrendim, çocuklar için öyleymiş. Bir boşluk boyamak, karalamak, çocukların beyinlerinde henüz soyut bir şey olduğu için, nesnenin içini boyuyor. Nesne de kapalı bir sistem. Bulut kapalı bir şey, içini boyuyor. Öyle algılıyor. Bu yerlilerin, Colomb’un gemilerini görmemesi gibi. Çünkü böyle bir tanım yok kafalarında. Yıllar sonra öğrendim. Çocuklar öyle yaparmış. Oradan yola çıkarak sadece çocukların yaptığı bir şey bu. Ben de sadece ‘çocuklara kitap yayınlamak istiyorum’ diyerek Mavi Bulut’u kurdum. 32 yıl oldu.
‘Her çocuğa iyi kitap’ çok basit bir tamlama gibi. Ama kastettiği şey gerçekten her çocuğa ulaşabilmek. İkinci bölümü iyi kitap. Kitap ulaşıyor aslında Anadolu’ya. Fakat hepsi iyi kitap değil. Amaç dağılımı, kaliteyi aynı anda içeren bir slogan bulmaktı. Bizim sloganımız da yıllardır bu zaten.
Geçmişte Kırmızıfare, Binbir Kitap ve Kedi gibi farklı ve değerli dergi projeleriniz olmuş. Bu projelerin sürdürülebilirliği konusunda yaşadığınız sıkıntılardan ve tecrübelerinizden bahseder misiniz?
Kırmızı Fare’yi 90 yılında, daha ben Redhouse yayın evinde çalışırken başlattım. İlk dört sayısı da orda çıktı. O zaman yılda dört defa çıkan bir dergiydi. 3 aylık bir dergiydi. Çekingen bir denemeydi. Birden çok ilgi gördü. Aydın, öğretmen, yazar-çizer çocuklarının okumasıyla ilgili kaygıları olan anne babalar çok sarıldılar. 4 sayı Redhouse’deyken çıktı. Fakat ben Redhouse’den ayrılmak durumunda olunca, dergini de al götür dediler bana. Ben, Mavi Bulut olarak devam ederken 5. sayıyla birlikte dergiyi Mavi Bulut adında çıkardım. 10 yıl çıktı. 90 yılından 2000 yılına kadar çıktı dergi. Önce iki aylığına sıklaştı. Sonra aylık dergiye dönüştü. 10 yıl ticari bir başarı kazandığını söyleyemem, ama bizi çok zorladı illa ki böyle bir dergi çıkması gerekiyor diye. Sonra 2000 yılında ülke, krize doğru gittiğinde bıraktık, bizi aşıyor artık böyle bir finansal proje, finansal çünkü siz onu her ay beslemek zorundasınız. Kültür Bakanlığı abone oluyordu. 2000 yılında bıraktık. 2006 yılında bir daha heveslendik. Kaldığı yerden devam ettik. 13-14 sayı daha çıkardık. Baktık yine olmuyor, hele bugün hiç olmuyor. Dergi piyasası vardı . Şimdi yürümediğini gördük. Durdurduk aslında. Kapattık diyemiyoruz.
Binbir Kitap, çocuklar için olmayan, büyükler için olan, ama tamamen Çocuk Edebiyatı konulu bir dergi. Çocuklara ne yazıyoruz, nasıl yazıyoruz, çocuklar ne okumalı, iyi kitap, iyi edebiyat nedir? nasıl olmalı? Akademisyenlerin yazıları, aydın anne ve babaların yazıları, yazar-çizerlerin bu konudaki düşünceleri… Aynı zamanda bir bölümünde de ‘kitap kuşu’ bölümü vardı. Çıkan kitaplarla ilgili bilgiler içeriyordu. 3 sayı çıkarabildik. Kriz yıllarının son hamlesiydi. Çocuk Edebiyatı’na ilişkin yetişkin tartışmalarını içeren, anne babalara çok gereken bir dergi. Biraz hevesimiz kursağımızda kaldı. O dergiye devam etmek istiyorduk, seviyorduk ama onu çıkardığımız zamanlardaki gibi acil bir ihtiyaç olduğunu düşünmüyorum. Neyse ki artık bu tür dergiler var. Bizim kenarda tuttuğumuz, belki bir ara tekrar yayına alabileceğimiz bir dergi.
Kedi, tamamen alanımızın dışında gelişen bir dergiydi. İçeriği dışarıda hazırlanıyordu. Kedi sever iki dostumuz hazırlıyordu, bir yayıncıya ihtiyacı vardı. Kedinin kendine yuva araması gibiydi. Biz de baktık, çok güzel miyavlıyor, onu kucakladık. 13-14 sayı birlikte çıkardık Mavi Bulut olarak, ama sonra az önceki dergiler için sürdüğüm aynı gerekçeyle, ona da devam edemedik.
Yurt içinde ve yurt dışında çocuk kitapları ile ilgili katıldığınız konferans ve sempozyumlar hakkında bilgi verir misiniz?
İçindekileri saymak çok zor. Birkaç kategoride ele alabiliriz. Bir; yetişkinler arası panel, seminer, sempozyum gibi şeyler. Bir de; okul etkinlikleri. Okul etkinlikleri artık sayısız hale geldi. Çünkü 85 yılında başladım okullara. Her sene belirli okullar, belirli tarihlerde kitap sergileri, kitap etkinlikleri düzenlerler. Oradaki program için, aylar öncesinden, ‘bu seneki programımız şu tarihte olacak müsait misiniz?’ diye yazdırırlar ajandalarımıza. Bunun dışında her sene yeni yeni okullar arar, davet ederler çocuklarla söyleşi yapmam için. Bunun dışında tabi, bu alan ne olursa olsun, yeni yeni ele alındığı için Çocuk Edebiyatı son 30 yılda ilgi görmeye başladı. Bu süreç içinde giderek daha fazla insan ilgilenmeye başladıysa da, eskiden daha az insan ilgileniyordu. Yurdışında Arnavutluğa gittim, Bakü’ye gittim, Moldova’ya gittim, Almanya’ya ve Kıbrıs’a gittim. Türkiye’de Çocuk Edebiyatı’na ilişkin düzenlenen etkinliklerin çoğunda bir biçimde yer aldım.
‘Çocuklara yönelik düzenlediğiniz kitap resimleme’ konusundaki bilgi birikiminizi genel hatlarıyla aktarır mısınız? 3 boyutlu çocuk kitapları ile ilgili düşünceleriniz nelerdir?
Çocuk kitabı resimleme yarışması Redhouse’da düzenlediğimiz bir şeydi. Çocuk kitabı resimleme konusu çok üzerinde kafa yorulmamış bir alandı. Çizerler vardı çok az sayıda. Bunların başında Mustafa Delioğlu geliyor. Sadece bu işi yapıp, hayatını sürdüren tek insandı o zaman. 80’li yıllardan söz ediyorum. Redhouse’ta çalışırken dikkatimi çekmişti. Çizer arıyorsunuz… Güzel Sanatlar Fakülteleri var Türkiye’de, her sene de çok sayıda mezun veriyor. Bu mezunlar nereye gidiyor? Bunlar arasında niçin çocuk kitabı resimleyenler yok veya neden bu alana girmiyorlar? Cevap açık o zaman; ekonomik. Çocuk kitabı üreten kaç yayın evi vardı ki o zaman, bunu beslesin, iş yapmasını sağlasın. Kaldı ki çok ucuza hallediyorlardı yayın evleri. Çizerin adı bile doğru düzgün üzerinde geçmiyordu. Çok saygı görmeyen bir alandı aslında. Önce Güzel Sanatlar Fakülteleri’ni dolaştım. Yıl sonunda öğrenci ödevlerinden oluşan sergiler açıyorladı. Bunlardan birine çocuk öyküsü resimleme ödevi verilmiş. Bir başkası, yine Mustafa Aslıer, o değindi bu işe. Son olarak da ‘çocuk kitabı yapacak çizer arıyoruz’ diye gazeteye ilan verdim. Yayın evine çizerler gelmeye başladı. Onlara birer örnek verdik. ‘Kırmızı Başlıklı Kız’ masalını hepiniz biliyorsunuz. ‘Kırmızı Başlıklı Kız’ ile ilgili 3 adet çalışma yapıp, getirin dedik. Masamız ‘Kırmızı Başlıklı Kız’ resimleriyle doldu. Aralarından çoğunu beğendik. Gelen kadronun çoğu şu an çocuk kitabı çizerleri arasında yer alıyor. O bir keşif oldu. Onlar da aslında kendilerini keşfettiler ve yeni bir dünya keşfettiler. Bunların çoğu ödüller aldı, birçok kitabı çıktı. Şu anda bildiğiniz çocuk kitabı çizerleri o furya içerisinde yer alıyor. Bununla da gizli gizli bir gurur duyuyoruz doğrusu.
3 boyutlu kitap konusu, aslında dünyada yapılan bir şey. Çocuklara kitabı okutmak için oyuncak kitap gibi bir formül bulmanız gerekiyor. Onu heyecanlandırmanız gerekiyor. Ama tüm bunların yanında, bir sanat dalı, ‘pop-up’ denilen kitapların meraklıları var. Dünyada çok ustaları var. Türkiye’de yapılmıyor. Hala yapılmıyor aslında. Ben kişisel olarak kağıt mühendisliğine ilgi duyuyordum. Açıyorsunuz, kocaman bir yelkenli gemi çıkıyor. Bu kitabın içine nasıl sığdı diyorsunuz. Kapatıyorsunuz kayboluyor. Kağıdın, değişik, ustalıklı bir şekilde katlanmasıyla ilgili bir şey. Mavi Bulut Yayıncılık’ın çıkardığı, Küçük Prens’in 3 boyutlusunu yaptılar yurtdışında, biz de Türkiye’de ürettik. ‘Aç Tırtıl’ kitabını ürettik. Ben kendim hevesli olduğum için ‘Okula Geç Kaldım’ öykü kitabımı 3 boyutlu şekilde ürettik. Ancak şöyle bir sorun çıktı. Bir maket yapıp, 2000-3000 tane ürettiğinizde, bunu bastıracağınız matbaa yok Türkiye’de. Böyle bir endüstri yok. Yurt dışında yapılanlar da Çin’de yapılıyor. Oradaki işçiliğin ucuzluğu gerçeği ile baş etmek çok zor. Burada ekip oluştursak, onlara vereceğiniz ücret, Çin’le rekabet edemeyecek. Ben kişisel olarak ilgili duyduğum için, az da olsa yapmaya devam edeceğim.
‘Çocuklar için yazmak’ nasıl bir serüven? Bu konudaki düşünce ve tecrübelerinizi paylaşır mısınız?
Bu çok sorulan bir soru. Neden çocuklar için? Büyükler için yazan çok var, çocuklar için yok. 80 yılında mezun olup Redhouse yayın evine girdiğimde, denedim. Dediler ki ‘bir kitap yaz, madem meraklısın’. Yaptım. Çocuklar beğendi. ‘Çocukların seçtiği kitap’ adında bir yarışma düzenlenmiş. Orada birinci oldu. Bu bana gurur verdi. Öyle başladı aslında. İnsan ‘aferin’ aldığı yöne doğru gidiyor ama asıl cevabı sorunuzun, belki çocukluğunda gizli insanın. Ben yazmanın, çizmenin, her türlü sanat dalıyla uğraşmanın, rasyonel bir yanı olması yanında, marazi bir yanı olduğuna da inanıyorum. Bir şekilde çocuklukta ters giden, eksik kalan, fazla gelen… Onu açıklayamam. Ama çocuklarla iyi anlaşıyorum. Çocuklar, yazdıklarımdan hoşnut oluyorlar. ‘Aferin’ aldığım bir alan olduğu için devam ediyorum.
Uzun süre Çocuk Yayınları Derneği’nin başkanı olarak hizmet verdiniz. Türkiye’de Çocuk Yayınları ve Çocuk Edebiyatı konularındaki düşüncelerinizi paylaşır mısınız?
Bir kısmını söyledim aslında. 1869 yılından beri bir şeyler yapılıyor bu konuda. Ama son otuz yılda çocuk yayıncılığı bağlamında, bir hareketlilik başladı. Tırmanıyor giderek. Hele bugün, hemen hemen her yayın evi, çocuk kitabı yayınlamaya başladı aslında. Tüm bunlar çok güzel. 30 yıl öncesinde bir kısırlık söz konusuydu. Şimdi öyle değil artık. Uzmanlaşma, daha bir çeşitlilik hakim. Dolayısıyla anne, baba, öğretmen çocuğuna kitap seçme konusunda bir kitapçıya girdiğinde burada bir parantez açayım, kitapçılar da çok değişti. Eskiden çocuk kitaplarını koyacak rafları da yoktu. Şimdi çocuk kitapları reyonları var yaşlara göre. Büyük bir zenginlik. Bu da şunu getiriyor, artık nicelik ile ilgili kaygılarınızı dile getirebilirsiniz. Eskiden kitapçılar, ‘çocuk kitabı bunlar var, bunlarla yetineceğiz’ diyorlardı. Şimdi seçme şansı var. Kötüyü eleyebiliriz artık. Çok güzel bir şey bu.
Türkiye’de çocuk kitaplarının içerik analizini yapmanız gerekse, nasıl bir değerlendirme yaparsınız?
Bu aslında benim hem yüksek lisans, hem de doktoramın konusuydu. O yıllara ilişkin bir analiz, değerlendirme yapmıştım. Şimdi yine az önce söz ettiğim gelişmeye bağlı olarak, olumlu şeyler söyleyeceğim. Diyelim, eskiden oyuncak bebek yapma üzerine bir kitap bulamazdınız, yoktu. Ya da çocukların kabızlık sorununu anlatan, ama edebi bir kitap yoktu. Tıbbi olabilir ama çocuklar için değildi o. Çocuğa kendi dışkısıyla ilgili barışık olma hali, onunla ilgili sıkıntıları aşabileceği türden öykü kitapları yoktu. Bu iki örneğin arasını siz doldurun. Artık her alanda kitaplar var. En küçük bir duygu kırıntısıyla ilgili bir yazar-çizer, ressam haftalarca bir sanat yapabiliyor. 30 yıl öncesiyle karşılaştırınca çok güzel bir şey var. Artık çeşitli temalarda kitap bulma şansı var.
‘Okulu çocuğa uydurmak’ , ‘eğlenceyle eğitim’ve ‘edebiyatçının eğitimciyle işbirliği’ konularını açar mısınız?
Benim tüm gençliğim iktidarı eleştirmekle geçti. Eğitim sisteminin kötü olduğunu söylemekle geçti, haklıydım da aslında. Öte yandan bu çoklu zeka kavramı, Milli Eğitim programlarına girdi. Bu, önemli bir şey. Buna paralel olarak ders kitapları. Olumsuz çok şey olabilir, onları saymıyorum. Ders kitapları hazırlayan kesim, kitapları kullanan öğretmenler, daha dinamik, daha interaktif bir yaklaşımı da ufak ufak öğrendi. Kitabı alıp memur gibi yürüyen öğretmenler gibi değil, özellikle bunu söylemek gerekiyor; özel okulların öncü tavır sergilemesi nedeniyle, öğretmenlerin öğrenciye göre tavır alma, ders programını çocuğa göre ayarlamak gibi görevleri oldu. Bunun en basit örneği ilkokul öğretmenimin hava güzel olduğunda, bizi kırlara çıkarması. Ben en çok kırlarda gezerken duyduklarımı öğrendim. Dolayısıyla bu dinamizmi, öğretmenimin iç güdüsüyle yakaladığı dinamizmi, bugün ziyaret ettim okulların çoğunda görüyorum. İyi örnekler üzerinden giderek konuşuyoruz şu anda. Türkiye çok dinamik bir ülke. Üstelik de dengesizliklerin var olduğu bir ülke.
Ebeveyn ve çocuklar için ‘Çocuklara Kitap Seçme Reçetesi’ hazırlamanız gerekse, bu reçete nasıl olurdu?
Böyle bir reçete olmazdı. Kitap listeleri vermek iyi sonuç vermiyor. Bu kanıtlandı. Ama ne yazık ki çocuklara kitap seçmek, kendimize kitap seçmek zihinsel bir süreç, kaçamıyoruz. Zihnimizi dahil etmek zorundayız. Kafa yormak zorundayız. Giyisiler için bu olabilir, bir moda uzmanına ‘biz ne giyelim’ dersiniz o size bir reçete verebilir. Veya bir diyetisyen size reçete verebilir. Kitapta olmuyor ne yazık ki. Çünkü kitap, zihinsel bir süreç. Onu almak, okumak, birlikte okumak, aldıkların üzerine kafa yormak, sindirmek… Tüm bunlar işin zevkli yanı zaten. Kitap listeleri sunmak yerine, her yaşta çocuğun ilgi alanları neler olabilir, neler olmalı, çocuğumda her şey yolunda mı gidiyor… Bu durumda reçeteler yardımcı olabilir.
Mavibulut Yayınları ile ilgili orta ve uzun vadede gerçekleştirmek istediğiniz projeleriniz nelerdir?
Mavi Bulut Yayınları farklı bir yayınevidir. Akademik bir proje gözüyle de görebilirsiniz. Bir stradivarius, keman üreten, keman ustasının geleneksel köklü bir kuruluşu olarak da görebilirsiniz. Başka bir açıdan, tamamen yayın endüstrisinin öncülerinden de görebilirsiniz. Niş bir girişim olarak da görebilirsiniz. Bir konfeksiyoncunun, kişiye özel kıyafetler ürettiği bir atölyesi olarak da görebilirsiniz. Genellikle öncü , düşünülmemiş projeleri vardır. Mavi Bulut, bu anlamda tırnak içinde, küçük ama etkin, öncü yönünü sürdürmeye devam edecek.
Herşeyi yapabilecek gücünüz olsaydı, çocuk yayıncılığı alanında veya çocuklar için neler yapabilmek ve hangi projelerinizi/hayallerinizi gerçekleştirmek isterdiniz?
Çok net ve hazır ve bir cevabım var. İyi kitabı üretmek mümkün. Bizim o sloganımız, ‘her çocuğa iyi kitap’ diyoruz. İyi kitap mümkün. Fakat ‘her çocuğa’ bölümünü açmak isterdim. Gittiğim Mardin’de, çocukların istediği zaman kitaba ulaşmasını isterdim. Bunun için çok geniş, çok yaygın bir şebeke, bir ağ kurardım. Bu ağın içini, çocuk kitabıyla doldururdum. Avrupa metropollerindeki demir yolu şebekesindeki gibi vagonların, trenlerin vızır vızır çalıştığı bir şey aklınıza getirin. Vagonlar yerine, kitapları düşünün. Mardin’deki köy çocuklarının, kitaplıklarının böyle kitaplarla dolmasını isterdim.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Çocuklara yönelik kitap yayıncılığı çok iyi bir yere doğru geldi. Şimdi bu ayıklama sürecinin başlayacağını düşünüyorum, en temel sorunumuz algı ile ilgili. Anne babaların, kitapçıların, ciddi bir algı sorunu var. Çocuk kitabı yüksek tirajlarla kısa süre içinde patlamalar yapan ürünler değildir. Bu gün Dan Brown’ın ‘Şifre’si altı ay, binlerce satar, filmleri gelir. Ama, altı aydan sonra, bazı kitapçılarda bulamazsınız bile. O bitmiştir, çünkü yerine yenisi gelmiştir. Çocuk kitabı öyle değildir. Çocuk kitabı, iyi bir kitapsa, azar azar basılır, istikrarlı bir şekilde satar. Patlamalı bir ürün değildir. Dolayısıyla, çok ucuza satamazsınız çocuk kitabını. Üstelik ürün olarak, genel olarak resimli, renklidir. Maliyeti yüksektir. Fakat algıda ‘çocuk işi, ucuz olması lazım’ var. Çocukken ben bunu öğrendim. ‘Neden bu ayakkabılar daha pahalı?’ dedim. Ayakkabıcı dedi ki ‘çünkü onu dikmek daha zor.’ O zaman öğrendim. Bu benim öğrendiğim şeyi, anne babaların, öğretmenlerin de öğrenmesi gerekiyor. Ucuz kitap olmaz. Olur, ama çocukta kitap duygusu, kitap sevgisi yaratmak istiyorsanız, iyi kitabın bir maliyeti olduğunu, bir polisiye romanla kıyaslanmayacağını öğrenmek gerekiyor. Bu algı biraz daha yerleşirse, bizim gibi iyi iş yapmak isteyen kuruluşlar, biraz daha anlaşıldıklarını hissederler.