Felsefenin Gelişimi

Felsefenin kurucusu Platon (Eflatun)’dur. (M.Ö. 428-348) Platon’un ustası ise Sokrates’tir (M.Ö. 470-399). Sokrates, herşeyi akla dayandırmaya çalıştığı için dinsizlikle ve gençliğin aklını çelmekle suçlanmış, ölüme mahkum edilmiştir. Eflatun’un eserleri günümüze kadar gelmiştir. ”Devlet” adlı kitabı ünlüdür.

Bu dönemin önemli filozoflarından biri de Aritoteles’tir (M.Ö. 384-322). O da fizik, biyoloji, meteoroloji, ahlak, siyaset, iktisat, mantık konuları üzerinde çalışmıştır.

Platon, Sokrates, Aristotales’in öncülük ettikleri eski Yunan felsefesi, önce içinde yaşanılan dünyayı, daha sonra toplumun ve insanın yapısını anlamaya çalışmıştır. Hristiyanlık, felsefeye yeni bir görev yükledi: Tanrıbilimcilik (ilahiyatçılık). 13.yüzyılda başlayan skolastik felsefenin (medrese felsefesi) yolu böylece açılmış oldu. Uzun bir süre Avrupa’ya Ortaçağ Hristiyan felsefesi egemen oldu; akılcılık geri plana itildi.
Rönesansla (yeniden doğuş) birlikte felsefe laikleşti. İngiliz Francis Bacon (1561-1626) deneyciliğin temellerini attı. Bilgiye pratik bir amaç gösterdi. Bilgiyi dondurmaktan yana olanların karşısında yer aldı. Bu dönemde, doğal dünyanın gizleri (sırları) ve derinliği üzerinde duruldu.

Klasik Dönem ve Felsefe

Rönesanstan sonra felsefede ”klasik dönem” başladı. Bu döneme, metafiziği (fizik ötesi) yeniden kurmaya çalışan ve ”Tanrı vardır” önermesini ispatlamaya yönelen Descartes (1596-1650) damgasını vurdu.

Descartes, ”Felsefenin İlkeleri” adlı kitabında, felsefeyi, kökleri metafizik (fizik ötesi), gövdesi fizik, dalları tıp, mekanik ve ahlak olan bir ağaza benzetmiştir.

18.yüzyılın Hegel (1770-1830) ve Karl Marx (1818-1883) yönlendirdiler. Hegel, düşünce ve varlığın kavramsal özdeşliği üzerinde durdu. Ona göre herşey, doğada olduğu gibi, eytişimsel (diyalektik) bir sürecin ürünüdür. Felsefede üç gerçeklik vardır: Varlık, doğa, ruh. Felsefe, bunlar üzerine akıl yürütmektedir.

Marx’ın felsefesi, toplum ve ekonomi öğretisine dayanır. İnsanlığın tarihsel ve toplumsal gelişmesini, ekonomik güçler ve ilişkiler belirlenmiştir. Temel olan, toplumsal bilincin gelişmesi, yayılmasıdır. Doğadaki yaşama savaşı, insan toplumlarında da geçerlidir. Amaç, bu amansız savaşı önlemek, insanı ezilen bir varlık olmaktan kurtarmaktır.

20.yüzyılda felsefede iki akımın öne çıktığını görürüz:
1. Bilimde meydana gelen büyük değişimler; bunlar üzerindeki çalışmalar.
2. İnsanla, insan hayatının anlamıyla ilgili çalışmalar.

Birinci akımın öncüsü Edmund Husserl (1859-1938), ikincisinin ise Henri Bergson’dur (1859-1941).

İki dünya savaşı Avrupa’yı bunaltmıştır. Kierkegaar’ın (1856-1939) başlattığı ”varoluşçuluk” (egzistansiyalizm) akımı, II. Dünya Savaşı’ndan (1940-1945) sonra, bunalımın bir yansıması olarak J.P.Sartre’ın (1905-1939) psikanalizm ile ilgili çalışmaları, psikolojide yeni ufuklar açmıştır.

Enistenin’in (1898-1948) görelilik (izafiyet) kuramı, bilimin, özellikle fizik biliminin sınırlarını alabildiğine geliştirmiştir.