Feridun Oral Röportajı

Sizi tanıyabilir miyiz?

Feridun Oral, 1961 Kırıkkale doğumluyum. Çocukların dünyasıyla tanışmam 80’li yıllarda oldu. 1985 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil bölümünden mezun olsam da, bugüne kadar tekstille ilgili hiçbir şey yapmadım. Yanlış bir bölüm seçtiğimi geç fark etsem de, sanatın diğer alanlarını merak etmem açısından etkili oldu diyebilirim.

80’li yıllarda çocuk dergileri çıkardı. Dergilere yaptığım illüstrasyonlar, vinyetler, oyun, bulmaca sayfaları derken kendimi çocuk kitapları dünyasında buluverdim. Yaratıcılığı ve hayal gücünü besleyen ve bir o kadar da keyif veren bu alanda, yurtdışında neler olup bittiğini görmek için araştırdım, fuarlara gittim ve o zaman anladım ki, çocuk kitapları ciddi bir endüstriye dönüşmüş ve uluslar arası çizgiyi tutturmak için uzun bir yol kat etmem gerekiyor.

Çocuk kitapları yayıncılığı gelişti gelişecek derken bir ara tıkanır gibi oldu ve böylelikle 90’lı yılların sonlarına doğru resim, heykel, seramik sanatlarıyla ilgili çalışmalara başladım. Sanatın farklı alanlarında çalışmalar yapmak, üç boyutlu eserler üretmek benim için çok heyecan verici oldu. 2000’li yıllarda ise ne olduysa yayıncılar söz birliği etmişçesine çocuk kitaplarına yeniden ilgi duyup basmaya başladılar. Ülke nüfusundaki artışın da bunda katkısı olduğunu düşünüyorum. Yeniden ilk göz ağrım çocuk kitapları resimlemeye, yazmayı da dahil ederek, İstanbul’daki atölyemde sanatın diğer alanlarındaki çalışmalarıma da, uyumlu bir denge içinde devam ediyorum.

Çocuk kitapları illüstrasyonları, resim, heykel, seramik gibi alanlarda birçok çalışmanız bulunuyor. Bu çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Bu yıl benim için, annemi kaybetmemin dışında, çok güzel bir yıl oldu diyebilirim. IBBY (Uluslararası Çocuk Kitapları Kurulu) “Andersen Ödülü” için, Türkiye’den aday gösterilmem beni çok onurlandırdı. Bunun yanı sıra, Çocuk kitapları yayıncılığı alanında dünyadaki önemli yayınevlerinde biri olan MINEDITION ailesine katılmış olmak ta benim için bu yılın en önemli gelişmelerinden biriydi. Bu yayınevinden biri kendi yazıp resimlediğim, diğer ikisi ise yabancı yazarlarla yaptığım üç yeni kitabım çıktı ve yeni projeler üzerinde çalışmaktayım. Bunun dışında sanatın diğer alanlarında çalışmaya da devam ediyorum. Yıl sonundaki Istanbul Contemporary Art sanat fuarında yeni eserlerimi, sergileyeceğim. Çalışmalarımı merak edenler “www.feridunoral.com” adresinden yapmış olduğum çalışmaları izleyebilirler.

Yurtiçinde ve dışında katıldığınız, sergi, yarışma ve bienaller hakkında bilgi verir misiniz?

Bugüne kadar İtalya, Fransa, İspanya, eski Çekoslavakya, Yugoslavya, Japonya ve Amerika’da bir çok sergi ve bienallere katıldım. Bu tip organizasyonlarda bulunmak bana bir çok kapıyı açmamda yardımcı olduğu gibi, kendimi ve ufkumu genişletmek için de çok yardımcı oldu. Ayrıca her alanda olduğu gibi bu organizasyonlarda Türkiye’nin adını duyurması da güzel ve önemli.

İsterdim ki, yurtdışında çocuk kitapları alanında yapılan fuar ve organizasyonlar bizde de olsun, çünkü olmaması için hiçbir neden yok. Evet eskiden önerebileceğimiz eli yüzü düzgün çocuk kitabımız pek yoktu ama günümüzde bir hayli ilerleme kaydettiğimizi düşünüyorum.

UNESCO NomaConcour yarışmasında ve Avrupalı İllüstratörler Bienali’nde ödül aldınız. Ödülü almanızı sağlayan çalışmalarınız hakkında detaylı bilgi verir misiniz?

Türkiye’de “Böğürtlen Cini ve Sarı Gaga” ismiyle basılan kitabım, 1992 yılında Unesco Noma Concour yarışmasında “Ormandaki Ses” adıyla Runner-up ödülü aldı. Ve sonrasında yine “Ormandaki Ses” ismiyle Japonya’da Japonca olarak basıldı. Kitabın dostluğu, paylaşımı, yeniden hayata dönüşü anlatan bir teması vardı.

 Bu kitapla ilgili olarak bir anım da var : Bir gün Nagazaki’den bir paket geldi. İçinden onlarca çocuk tarafından benim için yapılmış kartlar, şehirle ilgili dökümanlar ve bir de mektup çıktı. Mektupta, öğretmenleri, kitabımın yardımcı ders kitabı olarak okutulduğunu ve çocukların bu kitabı çık sevdiklerini, bu nedenle de duygularını paylaşmak için kartlar yaptıklarından söz ediyordu. Öyle duygulandım ve mutlu oldum ki,hemen işi gücü bırakıp şehir kütüphanesine gittim. Nagazaki’ye atılan atom bombasıyla ilgili olarak o tarihlerde Türk basınında çıkan gazete haberlerini buldum ve bir’er kopya aldım. İstanbul’la ilgili kitap ve broşürler topladım. Sonra oturup otuz çocuk için tek tek özel kart yapmaya başladım. Her birine özel bir şey yapayım derken, araya başka işler girdi ve zamanla konudan uzaklaşarak nasıl olduysa tamamen unuttum. Bir zaman sonra Nagazaki’den bir mektup daha geldi. Öğretmenleri benden yanıt bekleyen çocuklar adına sitem dolu bir mektup yazmış ve ekine çocukların mezuniyet fotoğrafını koymuştu. Nasıl utandığımı anlatamam, kaş yapayım derken göz çıkarmıştım.

2001 yılında yine Japonya’da Avrupalı Illüstratörler bienalinde “Düş Kedileri” isimli 12 adet kedi illüstrayonundan oluşan çalışmamla onur ödülü aldım. Bu çalışmalar daha sonra Yapı Kredi Yayıncılık tarafından afiş, kartpostal ve takvim olarak basıldı.

2008 yılında ise “Kırmızı Elma” isimli kitabım IBBY-Türkiye Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği tarafından “Yılın en iyi resimli çocuk kitabı” seçildi.

Türkiye’de çocuk kitapları resimleme konusunda yaşadığınız tecrübeleri paylaşır mısınız? Kitap resimleme konusu hangi aşamalardan geçti?

Çocuk kitaplarıyla tanışalı neredeyse 26 yıl oldu. Bugüne bakacak olursam gelinen aşamanın iyi olduğunu söyleyebilirim. Geçmiş yıllarda şöyleydi, böyleydi demek istemiyorum çünkü sadece çocuk kitapları değil pek çok alanda eksiğimiz vardı. Ama bir illüstratör olarak beni en çok mutlu eden (geçmişte ise üzen) baskı, renk ayrımı ve kağıt kalitesinin geçmişe oranla bir hayli iyileşmesidir. Tüm gelişmelere karşın, uluslar arası ölçekte baktığımız zaman, çocuk kitapları alanındaki endüstrileşmenin, profesyonelliğin ülkemize henüz tam anlamıyla yansımadığını görmekteyim.

Kitaplar çoktan dijital ortama geçti bile.Geriye sadece alışkanlıkları değiştirmek kaldı. Üretim aşamasında bile artık yeni kuşak kendi el becerisini ve yeteneklerini bilgisayar ortamında geliştirmek istiyor. Fakat gözlemlediğim bir şey var ki, elinizle yaptığınız görsel efektler, çizimler ve hatta hataların tadı doğal ve samimi oluyor. Bilgisayar ortamı etkileyici gibi gözükse de , maalesef insanı doyumsuzluğa, çabuk tüketmeye alıştırıyor. Bu bana iyi gelmiyor, sanki hep bir şeyler eksik ve duygudan yoksun. 
Kağıda yaptığınız illustrasyonu dijital ortama taşımakta bir sakınca yok ama, doğrudan dijital ortamda yaratılan görsellik plastik bir etki yaratıyor ve bana samimi gelmiyor. “Bunu daha önce görmüştüm” hissine kapılıyorum.

Sizin için çocuk kitabı yazmak mı, resimlemek mi daha heyecan verici?

Resimlemek tabii ki ön planda geliyor. Başkalarının yazdığı ancak benim resimleyeceğim projelerde de öykünün beni heyecanlandırması gerekiyor. Yazarın anlatım diliyle benim kurgulayacağım illustrasyonlar örtüştüğü zaman heyecan duyduğumu söyleyebilirim.

‘Çocuklar için yazmak’ ve ‘Çocuk kitapları illüstrasyonları’ konularında düşünce ve tecrübelerinizi paylaşır mısınız?

Okul öncesi çocuklara yönelik kitap yazmak oldukça zor diyebilirim. Aklınıza müthiş fikirler gelse de hikayeleştirme aşamasında bir pedagog gibi de düşünmeniz gerektiğinden başına buyruk hareket edemiyorsunuz. Okul öncesi çocukların dünyasını, dikkatlerini ve algılama konusundaki doğrularını göz ardı etmek mümkün değil. Kitabın mutlaka bir teması olmalı, eğlendirme amaçlı ve özel bir teması olmayan bir kitap dahi yapsanız, çocuk mutlaka kendine göre yorumlayıp bir tema yaratarak sizi şaşırtablir. 
Çocuklar yetişkinler gibi ekonomik, sosyal, gelecek kaygısı ve benzeri sorunlarla henüz tam anlamıyla tanışmadıkları için bütün radarlarıyla dünyayı ve özelde kitapları tararlar ve o inanılmaz dikkatleriyle sizin hiç fark etmediğiniz bir detayı yakalarlar. Örneğin son kitabımı okuyan bir küçük okurumdan babası aracılığıyla bir e-mektup aldım : Kitapta hiç fark etmeden sol elinde çubukla yemek yerken resimlediğim birkaç  hayvanın solak olduğunu tespit ederek bana bunu soru olarak yöneltecek kadar dikkatli oluyorlar. Süs püs olsun diye yapılmış en ufak bir vinyeti bile atlamıyorlar. Hikayeyle ilgili olmayan, keyfi çizimlere takılıp sorularıyla sizi bunaltabiliyorlar. Ama yerden göğe haklılar… Çünkü kitapları maalesef ebeveynler seçip aldıkları için, belki kendi seçimlerini özgürce yapamamalarından dolayı, kitabı acımasızca eleştirip (ki bu harika bir şey) hakkını veriyorlar. Bu belki de ebeveynlerine, “bana kitap seçerken biraz daha dikkatli olmalısın”  anlamında bir mesaj olabilir.

Yalvaç Ural ile birlikte hazırladığınız “Büyüklere Kedi Şiirleri / Mırname” çalışmanızdan bahseder misiniz?

Mırname kitabında Yalvaç Ural bugüne kadar yazar-çizer çalışma şeklini alt üst ederek tam tersini yaptı. Benim serbest olarak yaptığım onlarca kedi resimlerini öyle sevdi ki, onların her birine enfes şiirler yazdı. Dünyada resimlerine şiir yazılan şanslı bir sanatçı var mıdır, bilmiyorum? Ama varsa da, böyle bir çalışmaya ben henüz rastlamadım. Baskısı tükenmiş olan bu kitap sanıyorum sonbaharda Yapı Kredi Yayıncılık tarafından yeniden basılacak.

Orta ve uzun vadede gerçekleştirmek istediğiniz projeleriniz nelerdir?

Orta ve uzun vadede çalışmak ve üretmekten başka bir düşüncem yok. İmkanlarım el verdiğince seyahat etmek, görmek istediğim ülkeler var. Bir de çocuklar için tasarlanmış, resimlerin onların boyuna göre asıldığı, heykellerin yine onların boylarına uygun bir biçimde yerleştirildiği bir sergi yapmayı istiyorum. Ama ne zaman ne nasıl olacağını bilemiyorum.