Kültür Sanat

İrem Uşar Röportajı

Marmara Üniversitesi Radyo, Televizyon, Sinema Bölümü mezunusunuz. Muhabirlik, editörlük ve metin yazarlığı yaptınız. Bu süreçlerden, yazar olma sürecinizden bahseder misiniz?
İnsan, kendini kendine anlatmak için yazıyor başlangıçta. Dolayısıyla ilk yazılar mahrem. Günlükler kilitleniyor, yatak döşek altına saklanıyor vs. Yazıyla derine iniyorsunuz çünkü. Orada keşfettiklerinizi paylaşma cesareti, yazınıza duyduğunuz memnuniyet arttıkça yavaş yavaş geliyor. Daha sonra, ister istemez “yazıdan vazgeçmeden hayatımı nasıl kazanırım”a çalışıyor kafanız. O dönemde deniyorsunuz. Denemeler sizi tatmin etmese bile hiç değilse yazıya yakın duruyor artık hayatınız. Diğer yandan anlatacaklarınız birikmeye başlıyor. Sonra bunlardan eli yüzü düzgün bir iş çıkarabilirseniz yayınevleriyle şansınızı deniyorsunuz. Benim sürecim aşağı yukarı böyle gelişti, gelişiyor. Yazı sizden ömür boyu düzenli idman, yaşamın içinde olma ve izleme hali talep ediyor.

 

2008 yılında yetişkinlere yönelik olan, “Ayrıkotu” adlı romanınızı yayınladınız. Bu roman sonrasında, çocuk edebiyatına nasıl yöneldiniz? Yetişkinlere yönelik yazma ve çocuklara yönelik yazma arasında ne gibi farklılıklar yaşadınız?

Ayrıkotu’nun ardından, bir yaz günü masama oturup 56 yaşında kaybettiğim dedemin hikâyelerini yazmaya başladım. Çocukluğumun o sade dili gelip kalemimi ele geçirdi. Ve ortaya ”Kuuzu ve Lunapark Ailesi” çıktı. Günışığı Kitaplığı’nın bastığı ikinci kitabım olsa da, aslında yazdığım ilk çocuk kitabıdır. Çocukluğum boyunca dinlediğim, kiminin içinde bizzat bulunduğum matrak hikâyelerdi bunlar. Dedeme büyük özlemim var. Onu hatırlarken hissettiğim şeyi şöyle anlatabilirim belki: Müthiş eğlenceli bir oyunun içindesiniz, matrak, içinizi sımsıcak ısıtan, görmek için can attığınız bir oyun arkadaşınız var. Bir şeylere katıla katıla gülerken, alt alta üst üste boğuşurken annesi onu eve çağırıyor. Siz yüzünüzde bir tebessümle biraz soluklanıp bekliyorsunuz. Ama geri gelmiyor. Bir daha onu görmüyorsunuz. Sanırım, ilk yazdığım çocuk kitabı Kuuzu ve Lunapark Ailesi ile, dedemle aramızda yarım kalmış bir oyunu tamamladım.

 

2010 yılında PEN’in daveti ile, Belçika’nın Antwerp kentinde kaldığınız Yazar Evi’nde, “Fenerden Taşınan Işık” adlı çocuk romanınızı yazdınız. Kitabın yazım aşaması ve konusu hakkında bilgi verir misiniz?

Fenerden Taşınan Işık, Sivrice’de kiralanıp kütüphane’ye dönüştürülen bir deniz feneri için projelendirilecekti. Günışığı Kitaplığı bana, deniz fenerinde geçen bir hikâye yazmak ister miyim diye sorduğunda hemen kabul ettim. Bunda, yıllar önce Zonguldak deniz fenerinde, fenerci ve ailesi ile bir gece geçirmemin ve zihnimin o geceden birçok görüntü ile dolu olmasının payı büyüktü. Hikâyedeki tombul ve haylaz çocuk karakterini bizzat orada tanıdım. Tabii o gün, ilerde kitabıma kahraman olacağını ne o, ne de ben bilebilirdim. Şimdi Facebook arkadaşım kendisi.

Fenerden Taşınan Işık, fener ışığı ve tombul, haylaz oğlanın arkadaşlığını anlatıyor. Fener ışığı, çocuğun içindeki ümidin, coşkunun, yaşam sevincinin metaforu aslında.

 

“Kuuzu ve Lunapark Ailesi” adlı çocuk kitabınız ile, ÇGYD (Çocuk ve Gençlik Yayınları Derneği) Yılın En İyi Çocuk Öyküleri Kitabı 2011 Jüri Özel Ödülü aldınız. Kitabın konusu hakkında bilgi verir misiniz? Size göre, bu alanda başarılı bulunmanızın sebebi nedir?

Kitap, tamamen gerçek ve matrak aile öykülerinden oluşuyor. Aile dediğiniz, ister beğenin ister beğenmeyin sizi siz yapan şey. DNA’nız, ailenizden geliyor, daha ne olsun? Genlerimde, dedem gibi etrafına neşe dağıtmış, gülen gözlerle bakan birininkileri de taşıyorum. Kitabı yazarken o genler ortaya çıktı sanırım.

Kitabın ödül almasının nedeni bence, samimiyeti ve sadeliği. Metinler de gücünü bundan alıyor.

 

Çocuk kitapları yazarken nelerden ilham alıyorsunuz? Yarattığınız karakterler ile okuyucuya vermek istediğiniz nedir?

İnsan sanırım içinde yetişkinliği besledikçe bazı şeyleri öldürüyor. O ciddi duruşlar, karmaşık ve zor cümleler bize birer koruma kalkanı sağlıyor. Bizde ‘çocuk gibi davranma’ diye bir laf vardır. Çoğunlukla çocuk gibi davranmamaya, büyümeye uğraşırız. Hâlbuki çocuk netliğine, dürüstlüğüne, samimiyetine yaklaşırsak ya da bunları koruyabilirsek mutlu olabiliyoruz. Bunları tamamen kaybetmişler için çocuk edebiyatı da küçümsenecek, basit bir uğraş. Hâlbuki tam tersi. Çocuk edebiyatı, yaşamda mutlu olmaya niyetli olanların üretim yapabildiği bir alan bence. Hayata bu gözle bakınca ilham alınacak o kadar çok şey var ki!

Yarattığım karakterler ile okuyucuya, sadece ve sadece peşine takılıp gidebilecekleri bir oyun arkadaşı vermek istiyorum.

 

Çocuklara yönelik olarak yazdığınız iki kitap da öykü türünde. Öykü türünden ve öykü türünde yazmaktan biraz bahseder misiniz?

Öykü türünü seviyorum. Hayatın içinde anlatılmaya değer anlar birer öyküdür çünkü. Ayrıkotu için de ‘öykülerin romanı’ diye bir yorum almıştım. Ve çok da haklı bir yorumdu.

 

Çocukluğunuzda hangi kitapları okudunuz? Hangi kitaplar sizi etkiledi? Şu an, bir yetişkin olarak, hangi çocuk kitaplarını beğeniyorsunuz?

Çocukluğumda biz üç kız kardeş kanepeye uzanan anneme sokularak, bize okuduğu hikâyeleri dinlerdik. Bunlara çizgi romanlar da dâhildi. Asteriks, Tintin, Pal Sokağı Çocukları ve daha pek çokları… O günler sayesinde okumak, sıcaklık ve huzurla eşleşti zihnimde.

Şimdi bir yetişkin olarak, en az bir çocuk kadar çok çocuk kitabı okuyorum. Zoran Drvenkar’ın Soğuktan Korkmayan Tek Kuş’u son favorilerimden. Sempe’nin Marcellin Caillou’suna bayılırım, Angela Nanetti’nin Dedem Bir Kiraz Ağacı, Behiç Ak’ın Kedilerin Kaybolma Mevsimi ve Heinz Janisch’in Kral ile Deniz kitapları son dönemde en sevdiklerimden…

 

Sizce nitelikli bir çocuk kitabı hangi özellikleri taşımalıdır?

Çocuğu başka bir dünyaya çağıran ve orada ümidini kırmayan kitapları nitelikli buluyorum.

 

Size göre, ülkemizde “çocuk edebiyatı” ve “çocuk edebiyatı yazarları” nasıl bir konumda?

Sadece bizim kültürümüzde değil diğer pek çok kültürde: ‘Çocuk gibi konuşma!’, ‘çocuk gibi ağlama!’, “çocuk gibi davranma!” ültimatomlarıyla büyürüz. Ya da ite kaka büyümeye çalışırız… Daha önce de dediğim gibi karmaşık, anlaşılmaz ve ciddi olmayı yetişkinlik olarak algılıyoruz. Ve bu yüzden de mutsuz ediyor ve mutsuz oluyoruz. Bu genel tabloya paralel olarak da örneğin gazetelerin kitap eklerinde bile çocuk edebiyatına az yer ayrılıyor. Yetişkinlere has o ciddiyetten ödün vermemek için.

Buna karşın çocuklar için üreten yazarlar, yayınevleri artıyor ve çok güzel işler çıkıyor ortaya. Ben, edebiyatın bu ‘çocuk oyuncağı’ alanında hoplayıp zıplamaktan son derece memnunum.

 

Yakın zamanlı bir kitap projeniz var mı?

Şu an yayınevinde olan bir dosyam var. 2013 yılında basılacağını tahmin ediyorum. Diğer yandan kafam sürekli yeni hikâyelerle meşgul.

 

Farklı çalışma alanlarınızı ve eğitiminizi göz önünde bulundurursak, edebiyat haricinde, çocuklar için gerçekleştirmeyi düşündüğünüz başka projeleriniz var mı? Varsa, bahseder misiniz?

Çocuklar için şimdilik elimden gelen bu. Yani onlara hikâyeler anlatmak… Belki bir gün, bambaşka bir şekilde onlarla bir araya geliriz, kim bilir?

 

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Sanatçı dediğimiz insan, çoğunlukla bedenini unutuyor, önemsemiyor, hatta ona kötü davranıyor. Tek önemli olan zekâ, zihin oluveriyor. Oysa yaratırken zihnimiz kadar bedenlerimiz de iş görüyor. Çıkacak eser o bedende besleniyor çünkü. Çoğu yazarın uzun yürüyüşleri sevmesinin nedeni belki de, bedenlerini ve zihinlerini aynı anda çalıştırmaktan bilinçsizce haz almalarındandır.

Yorumları Göster

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir