Dünyanın her köşesinde birbirinden farklı maceralara atılıyor Viktorya. Kocaman bir köpeği, vahşi atları, evcil bir maymunu, korsan dostları var. Kâh Sibirya’da kâh uzayda görevler üstleniyor, buzulların tepesinden suya atlıyor, orkestra yönetiyor, şileple okyanusları aşıyor!

Ama sadece hayallerinde… Gerçekte hayatı hiç de renkli değil ve tek bir arkadaşı bile yok…

Bu sıradan şehirde, bunca sıkıcı insanın arasında yaşamaya nasıl katlanıyor peki? Kitaplarda anlatılan muhteşem hikâyeler sayesinde elbette.

Ve bir gün Viktorya tıpkı o hikâyelerdeki gibi bir maceranın içinde buluveriyor kendini!

Tobie Lolness ve Vango serileriyle tanıdığımız Timothée de Fombelle‘in yeni kahramanı Viktorya hayatla hayali birleştirebilmenin büyüsünü hissettiriyor bize.

Hayatında bir şeyler oluyor

Viktorya kendisini takip eden kişiye doğru döndü. Yabancının boğazına kaleminin ucunu dayadı.
Hava karanlıktı.
“Kıpırdama, pislik” diye homurdandı.
Soluk soluğa, onu duvara dayadı. İçini büyük bir umut kapladı. Beklediği gün nihayet gelmişti…
Viktorya uzun zamandır tehlikelerin, peşine düşmüş silahlı insanların, kendisi için kılıçla vuruşacak arkadaşların, ayılar tarafından kovalandığı için ırmaklardan yüzerek geçmek zorunda kalmanın hayalini kuruyordu. Evet, ayılar. Kazıklar üstünde bir eve, kürk bir şapkaya, yabani atlara sahip olmak, Sibirya’da ya da uzayda bir görev üstlenmek istiyordu. Annesiyle babasının Pigmeler tarafından rehin alınmasını ve kurtarılmalarının imkânsız olmasını istiyordu. Ayda en fazla bir defa yıkanacağı gölde su içmeye gelmiş aslanlardan onu koruyacak olan, boyu çenesine kadar gelen bir köpeğin hayalini kuruyordu.
Viktorya maceralarla dolu bir yaşam, çılgınca bir yaşam istiyordu, onu aşan bir yaşam.