Yazar, akademisyen, Gençlik Kültür ve Edebiyatı Araştırmacıları Derneği’ni kurucusu, Çocuk, Gençlik Yayınları Derneği’nin yönetim kurulu üyesi, Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı’nın yönetim kurulu üyesi, Çocuk Araştırmaları Merkezi kurucusu gibi farklı kimlikleriniz ile fuarı ve temasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tarihsel süreç olarak baktığımız zaman, aslında bugün yaşadığımız fuarın teması bir taçlanmadır, zafer sürecidir. Bizde çocuk edebiyatında, 1860’lardan başlayan bir süreçte çocuğu, toplumsallaşma, modernleşme, yurttaş yetiştirme doğrultusunda, özellikle hazırlanmış ya da çevrilmiş olan kitaplar yolu ile biçimlendirme çabası ortaya çıkıyor. Çocuk edebiyatı bu neden ile batıdan bize ithal ediliyor.
Sonraki süreç, Tanzimat, Cumhuriyet döneminde klasiklerin, diğer kitapların çevrilmesi, bizim çevirmenlerimizin yazar olması ile devam ediyor. 1860’dan 1980’lere kadar, çocuk edebiyatı hep eğitimin bir kenarına yamanmış, bu amaç ile kullanılan kitaplar bütünü olarak görülüyor. Bizim seçkin yazarlarımız, hatta akademi dünyası çocuk edebiyatını bir saygın edebiyat alanı olarak görmüyor. 80’lerden bu yana çocuk edebiyatı üzerinde ciddi tartışmalar oldu çünkü 70’lerde Dünya Çocuk Yılı dolayısı ile, çocuk edebiyatı filizlenmeye çalıştı, ama bizim ünlü yazarlarımızın bazılarının “çocuk edebiyatı diye bir şey mi varmış” gibi sözleriyle aşağı çekilmiştir.
80’lerden sonra gelen çocuk anlayışında değişme, tüketim toplumuna geçiş, çocuğun farklı bir figür olarak ele alınması, bir hedef kitlesi olarak belirlenmiş olması, çocuk edebiyatını da farklı bir yere taşımaya başlamış oluyor. Geriye dönüp bir 30-40 yıla baktığımızda, yazarların çabası, yayıncıların bunu fark etmeleri, kaliteyi önemsemeleri, birçok insanın çabası ve mücadelesi, çocuk edebiyatını daha iyi bir noktaya taşımıştır. Fuar da bunun bir taçlanmış göstergesi olarak tanımlanabilir.
Türkiye’de çocuk şiirinin pek yaygın bir alan olmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Siz çocuk şiiri yazmaya nasıl başladınız?
Benim akademik bir yanım da var. Çocuk edebiyatı alanı üzerine, hem yurtiçinde, hem yurtdışında araştırmalar yaptım. Batı edebiyatına baktığınızda, hedef kitlesi doğrudan çocuk olan şiir kitaplarını görürsünüz. Bizde çocuğa dönük şiirler, çocuğu eğitme kaygısı ile yazılmıştır. Bu şiirler genellikle ders kitaplarındadır. Temizliği öğretecek ise, “sabah kalk yüzünü yıka” diye başlayan, belli bir ritimde yazılan şiirler bulabilirsiniz. Aslında şiir, damıtılmış bir yaşam tanıklığıdır, sestir, çığlıktır, melodidir, bir ritimdir, ama en damıtılmış hali ile ortaya konulan bir metindir.
Ben hedef kitlesi doğrudan çocuk olan şiirler yazmaya çalıştığımda, şiirlerimi yayınlanmadan önce gittiğim okullarda, söyleşilerde bir araya geldiğim çocuklar ile paylaştım. Çocuklar, bizi anlatmışsınız dediler. “Sen neden bizi böyle inceliyorsun?”, hatta daha ilginç olanı “niye bizim için yazıyorsun?”, “niye çocuk şiiri yazıyorsun?” gibi sorular yönelttiler. Onları hedef kitlesi seçmem bile, hedef kitlesini şaşırtıyordu. Çocuk hayatın içinde bir öznedir. Ben çocuğa öykü, roman yazıyorsam, çocuk ile ilgili başka metinler ortaya koyuyorsam, çocuk şiirin de hedef kitlesidir ve şiirden anlar. Hatta ilk kitabıma yetişkinlerin düşüncesine göre, “çocuklar aşktan ve şiirden anlamazlar” diye başlamıştım. Çocuklar her ikisinden de çok iyi anlarlar ve şiiri de çok güzel değerlendirip tepki gösterebiliyorlar. Daha hoş olan, çocuğun asla yetişkinler gibi yağ çekmemesidir. Beğenmediği bir şeye sırtını döner gider. Bu yüzden, sevip sevmediğini rahatlıkla söyleyebilen bir hedef kitlesi ile çalışmak ve onlara seslenmek, onlarla beraber olmak benim açımdan çok güzel.
Edebiyat ile bir çocuğa kimlik kazandırma konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bu konuyu biraz tehlikeli görüyorum. Edebiyatın çocuğu biçimlendirmesi, birey yaratması, bunu yapmaya çalışanın ideolojik didaktizminin, çocuk üzerinde yarattığı bir figürün, düşüncenin ortaya çıkışı mı bilemiyorum. Bu tehlikeli bir yolculuk olabilir, fakat edebiyat ile hayatın içerisine giden, onu keşfetmeye çalışan ve edebiyat üzerinden hayatı yakalamaya çalışan, bu yolculukta etrafını tanıdıkça biçimlendirilen değil, kendini biçimlendiren, konumlandıran, bu sayede birey olan bir çocuktan söz ediyorsak, edebiyat önemlidir. Her yazarın elbette çocuğa söyleyecek şeyleri vardır, ama hiçbir yazar ve edebiyat, çocuğu kafasına göre biçimlendireceği bir nesne olarak göremez.
Çocukken hangi kitapları okudunuz? Hangi kitaplardan ilham alıyordunuz?
Çizgi roman, macera, dedektif kitapları, aslında her kitabı okurdum. Keyif veren her şeyi okumak bence çocuğun hakkıdır. Okuma keyfi aldıkça seçicilik başlar ve bende de böyle oldu. Hiçbir kitap okunamaz değildir, önemli olan kitabın nasıl okunacağıdır. Eleştirel, sorgulayıcı ve beğenmediyse reddetme hakkının var olduğu bir okuma şekli bence doğrudur. Her çocuk iyi bir eleştirmen olabilir, her kitabı beğenmek zorunda değildir ve kitap çocuğun üzerinde iktidar değildir. Sevmediği kitap, belki daha sonra iletişim kurabileceği bir kitaptır ve sonraya bırakılabilir. Sınıfta ortak okunan bir kitap ise, öğretmenin orada karar verici bir konumda olması da doğaldır.
Ebeveynlerin bu zamana kadar “okumak çok yararlıdır, kitap okumalısın” gibi sözler ile, çocuğa okuma sevgisini kazandıramadıklarını gördük. Bir çocuğa okuma sevgisi kazandırma konusunda ebeveynlere neler önerirsiniz?
Okumak yararlanabiliyorsanız yararlıdır. İyi-kötü kitap yoktur, nitelikli-niteliksiz kitap vardır. Bu nedenle, çocuğun gerçek anlamda keyif alabileceği kitapları; şen şakrak hiçbir şey söylemeyen kitaplar değil, hem hayatı tanıyabileceği, hem kendi sorunları ile karşılaşabileceği, hesaplaşabileceği, kendi sosyal çevresini, hayatı keşfedebileceği ve bunu üstelik macera duygusu içerisinde yapabileceği kitaplar yazılabilir ve bunlar zaten var, yazılıyor. Yani, kitabın çocuğa ulaşması için kitabın keyifli olması gerekir. “Hadi çocuğum oku, okursan sen çok güzel bir çocuk olacaksın” demek doğru bir tavır değildir. Artık yavaş yavaş kalkan başka bir yanlış tavır ise, çocuğu belli kitapları okumasına zorlamaktır.
Biraz daha açarsanız, nitelikli bir çocuk kitabı sizce nasıl olmalıdır?
Alanlara bölersek, ilk aşamada okul öncesi, resimli kitaplara yönelik bir değerlendirme yapabiliriz. Resimli kitaplarda, resim metin, yazılı metinden çok daha önemlidir. Resimli kitap yapılırken, yazar ve çizerin ortak çalışması çok önemlidir, çünkü yazılı metin geriye çekilirken, resim metin öne çıkar. Bu nedenle, altını çizerek söylüyorum ve çizim ya da ressam demiyorum. Resim metin illüstratörlerin işidir. Çocuk ebeveynleri ile o resimli kitabı okurken, resimdeki metin üzerinden yetişkinle iletişim kurar.
Çocuk edebiyatına gelirsek, metnin sürükleyici bir tadı olması lazım. Çocuk kendisine yazılan metnin onu ne kadar önemsediğini denetler. Yazılı metnin, çocuğu eşit bir varlık olarak, eşit bir okur gözüyle algılayan bir durumda yazılmış olması gerekir. Yazar gerçek bir okura seslenir gibi yazar ise, metni güvenilir, inanılır ve keyif alınan bir hale bürünebilir.
Yazarken nelerden esinleniyorsunuz?
Benim hayatım aslında her şeyi ile çocuk.” Çocuk ve Gençlik Kültür ve Edebiyatı Araştırmacıları Derneği”ni kurdum,” Çocuk, Gençlik Yayınları Derneği”nin yönetim kurulundayım, “Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı”nın yönetim kurulundayım, “Çocuk Hakları” çalışmam var, “Çocuk Araştırmaları Merkezi” kurdum, çocukluk tarihini araştırıyorum, masalları araştırıyorum. Yani, sıksanız çocuk çıkar ya da çocuk sözcükleri, çocuk ile ilgili kavramlar dökülür benden. Bu yüzden, çocuk edebiyatı beni fazlasıyla ilgilendiriyor. Umarım enerjim eksilmez, kalan sürede de bu çalışmalar ile yolculuk yapacağımı söyleyebilirim.
Sizce bir çocuğu okumaktan uzaklaştıran şey nedir?
Hayat… Anne babalar şöyle bir kaygı içerisindedir; kız çocuklar daha fazla okuyor, erkek çocuklar okumuyorlar. Doğru bir saptamadır ve doğru bir tanıklıktır. Neden? Hayatın içerisine baktığımız zaman, kız çocuklar daha çok evdedirler ve erkek çocuklar daha çok sokaktadırlar. Kızlar okuyarak yaşamı deneyimlerler, bu bir toplumsal, tarihsel gerçekliktir. Kızlar gerçekten meraklıdırlar, keşfetme duygusu erkeklerden çok daha önce ortaya çıkar. Bu nedenle okuma, keşfetme keyfi daha fazla vardır. Erkek çocuklarda da sokağa çıkma özgürlüğü daha fazla olduğu için, onlar da hayatı dışarıda dokunarak deneyimler. Bir de benim “genç kız edebiyatı”nı araştırırken keşfettiğim, kız çocuklarının macerayı sokakta başlarına bir iş gelmemesi için evde yaşatmaları var. Böyle bir süreç yaşanmış, ama şimdi yavaş yavaş toplumdaki değişimler ve dönüşümler, kız çocuklarının da eşit bir biçimde sokağa çıkmasına, hayatı eşit bir şekilde deneyimlemeye izin verdiğini düşünmeye, ummaya emin olmaya çalışıyorum. Bu yaşanır ise, kız çocuklarının çok farklı bir noktaya gideceğini düşünüyorum.
Çocukların okumadan uzaklaşmasındaki en büyük neden, kitapların çocuğun karşısında iktidar yapılmasıdır. Yani, “bu kitaptan ne ders çıkardın?”, “bu kitabın ana fikri nedir?” diye sürekli sorular sorulursa, çocuk beklentisini bulmaya çalışır. “Bu kitabın ana fikri nedir?” diye sorulduğu zaman, beklenen, mutlak bir cevap olduğu anlamına gelir. Çocuk bunu keşfedebildiği zaman cevap verir, keşfedememiş ise “öğretmenin hoşuna gidecek sözler hangisidir?” diye düşünür. Bu çocuğu sahtekarlığa yöneltir. Halbuki, “metnin çocuk ile olan iletişimi nedir?”, “metne ne söylüyor?”, “çocuk en çok hangi metni okumayı sever” diye sormak gerekir. Çocuğun metnin karşısında eşit bir varlık olduğunu hissetmesi, kendini daha özgüvenli bir şekilde ifade etmesi önemlidir. Ayrıca, öğretmenin zorla okuttuğu kitapların internette özetleri vardır.
Dijital yayıncılık, dijital kitap hakkında ne düşünüyorsunuz? Bunun çocuklar üzerinde ne gibi etkileri görülebilir?
Bilişim toplumundayız ve tüm dünya o noktaya doğru gidiyor. Çocuklar tabletten okuyacaklar. Bunların hepsi olacaktır, çünkü süreç süreçli gelişiyor ve farklılaşıyor. Ben yine de kitabın var olacağını düşünüyorum. Dijital yayıncılığın başımıza dert açacağını düşünmüyorum, ama kitabın kendisini koklamak, sayfalarını çevirmek, kitap ile birebir ilişki kurmak çok farklıdır. Yaşanan gelişmelerden korkmaktan daha çok, kitabı güzelleştirerek, daha keyifli bir hale getirerek, basılı bir kitabın da keyifli olduğunu anlatmayı sürdürmekte yarar olduğunu düşünüyorum.
E- dergi, e-kitap çok ciddi bir biçimde paylaşılıyor, bir akademisyen olarak e-kitapların fazlasıyla yardımını görüyorum. Amerika’dan istediğiniz kitap çok pahalı oluyor, ama pdf formatında istediğiniz zaman çok daha ucuza o akademik kitabı elde etmiş oluyorsunuz ve yararlanabiliyorsunuz. Dergi arşivlemesi açısından da çok iyi oluyor. Bu da, bilgi paylaşımı açısından iyi ve önemli olduğunu gösteriyor.
Biz de, Ocak ayının başlarında çocuk ve gençlik edebiyatı üzerine “3 Elma” başlığında bir e-dergi çıkartıyoruz. Eleştiri, tanıtım ve daha çok akademik kalitede yazıların olduğu, bir öncü dergi yapalım istedik.
Bir akademisyen olarak, çocuklar üzerine bilimsel kitapları yazma gibi bir projeniz var mı?
Evet, var. Zaten, benim yüksek lisans ve doktora tezlerim çocuk edebiyatı üzerine. Birincisi, çocukluk tarihini ve edebiyatta çocuk figürlerini ele alan bir çalışmaydı. İkincisinde, Türkiye’deki çeviri çocuk edebiyatını tarihsel süreçte, çeviri kuramları açısından incelemiştim. Bunun dışında genç kız edebiyatını araştıran, saptama yapmaya çalışan “genç kız edebiyatı” kitabım var. Bu kitaplarımın baskıları bitti ve onları yeniden gözden geçirip, yeni ekler ve düzeltmeler ile tekrar çıkarmak istiyorum. Ayrıca, üniversite öğrencileri ile yaptığım iki tane araştırma çalışmam var. Onların kendi ergenlikleri ve çocukluklarına, geleceğe nasıl baktıkları, anneleri ve babaları ile olan ilişkilerini saptamaya çalışan araştırmalardır. Bunlar 10 yıllık çalışmalar ve halen son noktalarını koyamadım. Tüm metinleri gözden geçirip, sosyolojik ve psikolojik değerlendirmelerini yapmam lazım. Önümüzdeki dönemde, 2013’te piyasada olabileceklerini umuyorum.
Yeni kitabınız “İki Gözüm Üzümüm”den bahseder misiniz?
“Sen Islık Çalmayı Bilir Misin” ve “İki Gözüm Üzümüm” arasında 15 senelik bir zaman farkı var. Çocuğa yazmak kolay iş değildir. Bu sürede belki 15 tane kitap yazabilirdim ama özellikle yazmadım. Kolaycılığa kaçıp, hesabını veremeyeceğim bir metin çıkarmamak benim temel amacımdır.
70’lerde, 80’lerde, 90’larda çocuk olmak üzerine kısa bir değerlendirme yapar mısınız?
60’lara 70’lere baktığımız zaman, Ayfer Tunç’un yazdığı “Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek” kitabı vardır. Bu dönem, herkesin sinemaya mendili ile gittiği, ağlamadan çıktığı zaman kötü film dediği, yani hüznün, gözyaşının mutluluk verdiği bir dönemdir. Aslında, çocuk toplumun olduğu bir dönemdir. Hulusi Kentmen’in, Adile Naşit’in çocuklar ile beraber var olduğu filmleri görürsünüz. Bu filmler, aslında toplum yapısına bir aynadır. Çocuk edebiyatı da, çocuk edebiyatına bakış da bu şekildedir. Çocukların hepsi masumdur, saftır, temizdir, köprü altı çocuklarıdır, hepsi sabun kokarlar.
80’ler, tüketim toplumumun patladığı bir dönemdir. Bu dönemde çocuk başka türlü keşfedilir. 70’lerin çocuğu abisinin ceketini, ayakkabısını giyer. 80 sonrası çocuk tam anlamı ile bir tüketim nesnesi olarak keşfedilmiştir. Çocuk odası, çocuk elbiseleri, çocuk ayakkabıları, çocuk oyuncakları ve çocuk kitapları birbirleri ile bağlantılı olarak gelişir. Bu dönemde çocuk daha çok tüketime yöneltilmiştir. Marka dünyası içerisindedir, yiyeceğinden içeceğine kadar tüketim nesneleri ile kuşatılmıştır.
90’larda ise, 80’lerin tüketim neslinden sonra daha çok sorgulayan, düşünen bir gençlik kitlesi gelir, ama hala süreçte bakıldığında, tüketim kitlesi haline dönüştürülmeye çalışılan bir çocukluk ve ergenlik vardır. Tüketim ilişkilerinin değişmesi, gelişmesi yavaş yavaş toplumda çocukta ve gençlikte, farklı yönelimlerin ortaya çıkmasına da neden olmaktadır.
Küreselleşmede çocuk ve aile ilişkisi üzerine kısa bir değerlendirme yapabilir misiniz?
UNESCO, UNICEF ve Birleşmiş Milletler’i de içine kattığımız küresel düzlemde, çocuk hakları üzerine çok ciddi çalışmaların yapıldığı bir dönem olmakla beraber, çocuğun yaşanan süreçlerden en fazla etkilendiği, zarar gördüğü dönemin de tanıklığını yapıyoruz. Geçmiş dönemde savaşlar cephede yaşanırken, şimdi savaşlar evin içinde yaşanıyor. Çocuğun böyle bir süreçte, nelerden nasıl etkilendiğini çok iyi yakalamak lazımdır. Bence çocuk sanal bir gerçeklikte de olsa, savaşı, kavgayı, öfkeyi çok yakından tanık olarak izliyor. Bizler çocuğa, yemek, giysi, okul sunduğumuz zaman, her şeyi tam ve eksiksiz olarak yaptığımızı zannediyoruz. Halbuki çocukların bunlardan etkilendiğini, farklı korkulara götürdüğünü bilmek zorundayız. Bunu çözemez isek, gelecek kuşakların çok öfke dolu ya da çok içine kapanık olma tehlikesi var.