Film Yönetmeni Ben Stassen röportajı
Bir deniz kaplumbağasının doğumdan yetişkinliğe kadar keşif yolculuğunun öyküsünü anlatma arzusu nereden geldi?
Birkaç yıl önce, altı yaşındaki oğlumla tatile Meksika’ya gittim. Gün batımında, kumsalda bir kalabalık gördük. Otel personeli, kuluçkadan çıkmaktan olan bir grup kaplumbağa yumurtası taşıyordu. Anneleri, onları, 30 yıl önce tam da kendisinin doğmuş olduğu çimenlik alandaki aynı noktaya bırakmıştı. O sırada otel inşa edilmemişti.
Sorun, bu küçücük yeni doğanların, beton bir patika üzerinden kendilerini fırlatarak, denize ulaşamamalarıydı- patika, kendileri için fazla yüksekti. Biz bu bebek kaplumbağaların denize doğru ilk adımlarını atmalarını ve sonra da dalgalar ile yıkanarak kumsala geri taşınmalarını seyrederken, otel personeli bize, onların, yaşamlarının ilk on yılında okyanusun yüzeyinde kaldıklarını söyledi. O sırada, akıntılar ile taşınarak olağanüstü mesafeler kat etmekteydiler. O akşam hem çocukların, hem de yetişkinlerin tepkilerini görünce, bundan harika bir üç boyutlu animasyon çıkabileceğini düşündüm.
O zaman kaplumbağaların yaşamları, karşılaştıkları tehlikeler ve predatörleri hakkında çok araştırma yaptınız mı?
Senaryoyu yazarken ve ayrıca yapım öncesi süreç boyunca deniz kaplumbağaları hakkında geniş araştırma yaptık. İnternet, bol miktarda bilgiye erişim sağlıyor, böylelikle, sudaki ve kuru arazi üzerindeki davranışlarını gösteren çok sayıda videoyu izledik.
Ne tür maceraları yönetmek istediniz?
Her 1,000 bebek kaplumbağanın bir tanesinden daha azı, kuluçkadan çıktıktan sonra yetişkinliğe kadar sağ kalmayı başarıyor. Yeni doğanların boyu, beş cm’yi ancak buluyor ve filmin kahramanı Sammy, daha bile küçük. Dolayısıyla, sağ kalma şansı çok yüksek değildi. Ben onu doğumundan yetişkinliğine kadar izlemek istedim. Maceraları, olgunluğa doğru giden bir yolculuğun öyküsünü anlatıyor. Yol boyunca, çok sayıda diğer karakterler ile karşılaşıyoruz. Bunların birçoğu, filmde yalnızca tek bir sahnede görünmektedir, çünkü Sammy daha sonra tekrar yola devam etmektedir. Ancak, bir avuç karakter yaşamında daha büyük bir rol oynamaktadır ve birçok olayda tekrar sahneye çıkmaktadır. Bunların arasında, diğer iki deniz kaplumbağası olan Ray ile Shelly ve Fluffy adındaki bir kedi vardır.
Karakterlerin nasıl göründükleri açısından başarmak istediğiniz neydi?
Wave Pictures’ın bilgisayar destekli bir animasyon yaptığı her defasında, kendimizi, her zaman, stilistik bir yaklaşım üzerine odaklanmaktan çok, mümkün olduğu kadar gerçekçi bir görüntü yaratmaya doğru ittik. Bu filmle bir kez daha, karakterlere ve içinde yaşadıkları ortamlara çok gerçekçi bir duygu verdik. Ancak, bir belgesel de yapmıyorduk- bu, bir aile eğlence filmi, o yüzden özgür davrandığımız çok nokta da oldu. Örneğin, karakterlerimizin tümü, türlerine benzeyen vücutlara sahip, ancak biz onlara, insani özellikler taşıyan bir yüz verdik.
Bol miktarda bulunan mizah yanında, ne tür duygulara esin vermeyi umuyordunuz?
İzleyicilerin film sırasında gülümseyeceklerini ve zaman zaman da içtenlikle güleceklerini umuyorum, ancak, hepsinden de önemlisi, filmin bir miktar gerçek duyguyu da uyandıracağını gerçekten ümit ediyorum. Kendilerini her nerede bulurlarsa orada devamlı enerjiyle dolup taşan karakterler ile çok komik olsun diye bir film yaratmak istemedim. Aynı zamanda, Fantasia ve Bambi gibi harika Disney klasiklerinin kalitesine eşitlemeye de çalışıyordum. 3 boyutlu bir filme girişmenin en olağanüstü yönü, son derece keyif yaratmasıdır. Çok dramatik sahneler bile “keyifli” hale gelebiliyor. Bir diğer deyişle, gerçek bir 3 boyutlu film, size, sadece kahkahanın ötesinde çok keyif verebilir.
Bu film yoluyla genç kuşaklara ulaşmasını istediğiniz eğitsel mesajlar neydi?
Filmin tüm kahramanlarıyla birlikte okyanusların derinliklerinde 50 yıl geçirilmesi, bize, su altı yaşamının yok olması, iklim değişikliği ve ormanların tahribi gibi bazı önemli çevresel sorunlar ile ilgili bazı soruları ele alma şansını verdi. Ancak, biz, bu sorunlara yanıtlar sunmamaktayız, fakat, insanlarda farkındalık yaratırken, özellikle de genç izleyiciler arasında, belki de, doğru yönde küçük bir adım atma şansına sahip olabiliriz. Bu film yoluyla, sebep sonuç üzerine sorular sormaya çalıştık. Kahramanlarımız deniz yüzeyine yayılan bir petrol tabakası ile karşı karşıya geldiklerinde, insanların tuhaf varlıklar olduğunu fark ederler: Bazıları okyanusları çöplüğe çevirirken, diğerleri de bunları temizlemeye çalışmakla meşgul. Balina avlama sahnelerinde de durum böyle. Balinaları zıpkınlayan insanlar da var, bunları durdurmaya çalışmak için ellerinden gelen her şeyi yapan diğer insanlar da.
Fly me to the moon’da uzay boşluğunu keşfettikten sonra, ikinci uzun metrajlı filminizde gezegendeki tüm okyanusları inceliyorsunuz. Bu sonsuz alanları seçmeniz neden?
3 boyut, sessiz filmlerden sesliye geçiş sonrasında sinema tarihindeki ikinci devrimdir. Yepyeni bir sinematografik dil olarak görülebilir. Seyirciler 3 boyutlu bir film izlediğinde, yaşadıkları dalış hissi, sıradan bir filme göre on kat daha güçlü. Film alanının tam içine atılıyorlar. Tam bir fiziksel ozmoz duygusu yaşıyorlar. Bana göre, uzay boşluğu ve okyanusların derinlikleri, 3 boyut ile birleştiğinde, fiziksel dalışın limitlerini gerilere itmenize izin veren yerler.
Bu filmi 3 boyutlu olarak yönetmeniz, sizi bazı teknik veya sanatsal meydan okuyuşlara yükselmeye doğru itti mi?
Su gibi organik maddelerin animasyonu, bilgisayar destekli animasyon teknikleri ile yapılması son derece karmaşık ve bu filmde, tümüyle deniz altında yaşanıyor! Dolayısıyla, bunun gibi, uluslararası kapsama, oldukça sınırlı bir bütçeye sahip ve Kuzey Amerika normlarına uygun bir filmin yapılması, teknik açıdan bir kabustu. Bu gibi zorluklara yardımcı olacak bir mucize çözüm yok – tüm ekip, sadece, gerçekten, ama gerçekten çok çalıştı!