Kültür Sanat

Sermet Erkin Röportajı

Erkin’in illüzyon sanatına ilgisi, büyük usta Zati Sungur ile başlıyor. Henüz ilkokulda iken tanıştığı üstad Zati Sungur’un ilk ve tek öğrencisi olan Erkin’in onunla mesaisi ise doğup büyüdüğü Karamürsel’den İstanbul’a taşınmasıyla başlar. Ailesi, Erkin’in daha iyi eğitim alabilmesi için 65 yılında İstanbul’un Nişantaşı semtine taşınır ve Sungur’a kiracı olur.

Sahne hayatını sonlandıran Sungur, o dönem illüzyon malzemeleri yapmaktadır ve yurtdışına göndermektedir. Sungur’u, atölyede çalışırken görme ve ona yardım ederek illüzyon malzemesi yapmayı da öğrenme fırsatını bulur Erkin. Böylece, illüzyona olan ilgisi daha da artar.

Erkin artık küçük çaplı da olsa gösteriler yapabilecek kıvama gelmiştir. TRT’nin henüz kurulmadığı yıllarda, İTÜ Maçka Maden Fakültesi’nde televizyon deneme yayınları yapılmaktadır. Halit Kıvanç’ın da bulunduğu o dönemde Erkin de çocuk haberleri sunmakla ilk ekran deneyimini yaşar.

Ortaokul yıllarında Erkin, Necdet Mahfi Ayral’ın daveti ile tiyatroya adım atar. Tiyatrodaki profesyonelleşmesindeki en etkin isim ise Muhsin Ertuğrul olur. Tiyatrodan sonra tamamen illüzyon sanatıyla ilgilenin Erkin, illüzyon için “Benim asıl eşim illüzyon sanatıdır” diyor.

Erkin yaptıkları işin kesinlikle sihirbazlık olarak görülmesini ve anılmasını istemiyor. Bu sanatın sihirle bir ilgisinin olmadığını, el çabukluğu ve algı yanılması ile gösterilerin gerçekleştirildiğini söylüyor.

Profilo AVM’de her hafta sonu gösterilen “Sermet Erkin’le İllüzyonda Harikalar” adlı şovu röportaj öncesi biz de izledik. İzleyicileri önce Sermet Erkin’in eşi Nuray Erkin ağırlıyor. Ardından Palyaço Koko sadece çocuklara değil büyüklere de eğlenceli ve bol kahkahalı anlar yaşatıyor. Koko’dan sonra kalp atışlarımız biraz daha hızlanıyor, çünkü sahneye Sermet Erkin çıkıyor. Sahnede büyük bir performans sergileyen Erkin’in seyircilerden seçtiği bir çocukla yaptığı gösteri sırasında söylediği şarkılar ise dikkatimizden kaçmıyor. Bugün gençlerin isimlerini bile bilmediği Türk musikisinin duayen sanatçılarının parçalarından kesitler sunuyor Erkin. Ki Türk musikisinin ve tiyatrosunun duayen sanatçılarının çoğunun Erkin’in aile dostlarından olduğunu öğreniyoruz.

Aralıksız bir saat süren gösteri o kadar renkli ve eğlenceliydi ki hiç bitmesin istedik. Bir ara büyük olduğumuzu unutup Koko ile oynamak, Erkin’in yardımcısı olmak için kolları sıvadık ama öncelik çocuklarındı, biraz kıskandık tabi.

Gösteriden sonra Sermet Erkin ve eşi Nuray Erkin ile hem kahvemizi yudumladık hem de röportajımızı gerçekleştirdik.

Sermet Erkinİstanbul Büyük Şehir Belediyesi Tiyatrosu’nda profesyonel anlamda illüzyon gösterileri yaptınız. Sihirbazlar kralı olarak anılan Zati Sungur’un tek öğrencisisiniz.

Sermet Erkin: Aslında “sihirbazlar kralı” diye bir şey olmaz. Sn. Sungur, hiçbir zaman “sihirbazlar kralıyım” dememiştir, zaten krallığını da ispat etmeye gerek yoktur. Kendisi, Türkiye’nin tanıdığı bildiği hakikaten tanıdığı bir ilktir. Zati Bey, Çekoslovakya’nın Karlovy Vary şehrinde düzenlenen uluslararası bir illüzyon yarışmasında birinci seçildi ve 81 yılında da aynı kentte düzenlenen Uluslararası İllüzyonistler Kongresi’nde kendisine “Sihirbazlar Kralı” ünvanı verildi. Yani onu yaşayan en yaşlı, en kıdemli, en değerli illüzyonist gözüyle gördükleri için o senenin kralı ilan ettiler. Fakat bu olayı Türkiye’de dejenere ettiler.

Ben, onun tek öğrencisiyim. Niye tek öğrencisiyim? Çünkü hayatı boyunca hiç öğrencisi yoktu.

Siz nasıl öğrencisi oldunuz?

Sermet Erkin: Halam eğitimim için İstanbul’a gelmemi istiyordu ve bir gün ailece İstanbul’a geldik. Derken, Zati Sungur’a kiracı olduk.

Ne güzel.

Sermet Erkin: Tesadüf işte! Üç katlı bir yerdi ve ikinci katta biz oturuyorduk, alt katı ise atölyeydi. 64 yılından 84 yılına kadar hayatım Zati Sungur ile birlikte geçti. O dönemde Zati Bey’in hazırladığı aletler olsun, kızların provası, dekorların taşınması, dekorların provası gibi çalışmaların hepsini yaşadım. Dolayısıyla da her şeyi öğrenmeye başladım. Bir de Zati Sungur’un atölyesi vardı. Burada illüzyon aletleri yapıyor ve yurtdışına gönderiyordu. Ben de çok meraklıyım, illüzyon alet boyamalarını yapıyor ve alet yapımına yardım ediyordum. Böylece inanılmaz alet yapımını da öğrendim. Şimdi bir aletim bozulsa, 15 dakikada tamir ederim. Bu kaç senedir böyle biliyor musunuz? –Sermet Bey, bu esnada sakatlanan başparmağını gösteriyor.- Dokuz senedir böyle, kalas düştü. Böyle şeyler çok yaşadım, o anlamdan çok şanslıyım. (Gülüyoruz.)

Peki, illüzyonistliğe nasıl başladığınızı böylece öğrendik. Çok şanslıymışsınız.

Sermet Erkin: Evet. Adımı da Safiye Ayla ve eşi Muhittin Targan koymuş.

Öyle mi?

Sermet Erkin: Muhittin Targan, sağ kulağıma Ahmet ismini fısıldarken, Safiye Ayla da, “Ahmet biraz eski isim daha modern bir isim olsun” demiş. Bunun üzerine adım ”Sermet Ahmet” olmuş. Ki biliyorsunuzdur; Muhittin Targan, peygamber torunudur. Kendisi, ud ve çello virtüözü, portre ressamıdır. Bu anlamda, dünya musiki tarihinin uluslararası olmuş tek şöhretidir. Kısaca, gözümü açtığımda; Safiye Ayla, Semiha Berksoy, Suzan Yakar gibi önemli isimlerle büyüdüm. İşte böyle bir şansla yetişmişim.

Doğum tarihinizi tam olarak hatırlayamadım?

Sermet Erkin: Milattan sonra 1957.

Soruyorum, çünkü küçükken sizi nasıl gördüysem hala aynısınız!

Sermet Erkin: Çünkü çok genç başladık. Geçen gün bir televizyon programına katıldım, burada da aynı soru ile karşılaştım. Hep sorarlar bunu. (Gülüyoruz)

Zati Sungur’dan devam etmek istiyorum. Onu yakınlardan tanıyan isimlerdensiniz. Bizim, kendisini izleme şansımız olmadı.

Sermet Erkin: Evet, 65 yılında sahneyi bıraktı.

Sermet ErkinSizin de bir yazınızda belirttiğiniz gibi illüzyon sanırım nankör bir sanat yani izlendiğiniz sürece, gösteri yaptığınız sürece varsınız.

Sermet Erkin: Evet. Tiyatro da bir nebze böyledir ama tiyatronun bir şansı var. Tiyatro, en azından piyes olarak, metin olarak kalabiliyor. 1928 yılında yazılmış bir metin de hale sahnelenebiliyor. Ama illüzyon böyle bir şey değil. Bu mesleğin bir şansızlığı da ödül alamıyorsunuz. Tiyatro ve sinema gibi dallar var, bu alanda ödüller veriliyor.

Artık söyledim Haldun abiye!(Haldun Dormen) “Haldun abi, ne yap, ne et bu sene bir ödül istiyorum. Vermezseniz dağıtacağım burayı” dedim. (Gülüyoruz) İnsan kıskanıyor ama! Altın Kelebek, yılın sanatçısı, yılın komedyeni seçiliyor. Sanırım illüzyon dalında hiçbir rakip yok. Oysa ben, burada illüzyon gösterisi sunarken, bir başkası da Kadıköy’de oynasa, diğeri Beykoz’da, işte efendim Cevahir AVM’de de bir başkası. Böylece, insanların seyretme şansları daha da çok olacak. Ancak benim sahnelediğim gösterinin benzerini gerçekleştiren de bulunmuyor. Ki gösteriyi siz de izlediniz.

Evet, dolu dolu bir gösteriydi ve çok renkliydi.

Sermet Erkin: Değil mi? Birçok oyun gösteriyoruz; palyaçolar, kelebekler… Kim yapmış böyle bir gösteriyi? Hâlbuki olması gerekir ancak burada hatta Türkiye’de bir tek ben varım. Oysaki İzmir’de, Ankara’da ve birçok illerde keşke böyle gösteriler yapılsa, bazı kavramlar da böylece yerine oturur.

Duyduğumuz illüzyonistler de profesyonel değiller. Sanat nedir? Farklılığı yakalamaktır. Peki nerede farklılık? İllüzyon çok çalışmayı gerektirir. Bu da demek oluyor ki illüzyona yani yaptığınız işe âşık olmanız gerekir. Sermet Erkin, yan masada oturan eşi Nuray Erkin’i işaret ederek kulağımıza şunu fısıldıyor: “Eşim o benim ama aslında metresim, illüzyon benim asıl eşim.” (Gülüyoruz.)

Çocuğunuz var mı?

Sermet Erkin: İki çocuğum var.

Kaç yaşlarında?

Sermet Erkin: Kız olan altı yaşında, erkek olan ise 15 yaşında. Oğlumun illüzyona hiç merakı yok ama teorisini merak ediyor. Oyunları seviyor ama öyle sahneye çıkayım gösteri yapayım merakı yoktur. Aklı fikri opera, caz ve gündemdeki olaylardır. Dün, bana telefon ediyor; “Baba çabuk haberleri aç, DTP kapatılmış!” İlginç bir çocuk… (tebessüm ediyor) Ama kız, inanılmaz illüzyona meraklı. Kendi kendine hayaller kuruyor. “Yılbaşında beni de çıkarsana, annemin aldığı kırmızı elbiseyi de giyerim. Kutudan mı çıkayım yoksa başka bir şey mi yapayım?” diyor. (Gülüyoruz)

Peki, önümüzdeki günlerde görebilecek miyiz, küçük prensesi?

Sermet Erkin: Aslında Kanal 1’de yayınlanan Şahane Çocuklar adlı çocuk programına iki defa çıktı.

Sizin ilk deneyimlerinizden biri de çocuk spikerliğiydi değil mi?

Sermet Erkin: Evet. İTÜ Maçka Maden Fakültesi’nde her Perşembe, saat 16:00-19:00 saatleri arasında televizyon yayını yapılırdı. O dönemde Halit Kıvanç da vardı. Hatta rahmetli Uzay Heparı da vardı. Uzay’ın babaannesi benim ilkokul öğretmenimdi, dünyanın en iyi ilkokul öğretmenidir kendisi. Uzay’ın babası da benim en iyi arkadaşımdı, bu nedenle Uzay’ın doğumunu da bilirim.

Sonra?

Sermet Erkin: İşte derken çocuk haberlerinden sonra tiyatroya adım attım. Muhsin Ertuğrul’un bir daveti üzerine kendisini ziyaret ettim. Muhsin Bey, “Sen sihirbazlık yapıyormuşsun” dedi. “Evet, hocam” dedim.“Sahneye çıksan şöyle bir yarım saat boyunca gösteri yapar mısın?” diye sorunca; “Yaparım efendim” dedim. “Peki o zaman Rauf Altıntak’ı bul ve konuş. Bir perdelik çocuk oyunu oynayacaksın.” dedi. Rauf Altındak da orta oyununu bilen tek adamdır.

Oynadığınız o çocuk oyununun ismi “Karagöz ile Sihirbaz”dı değil mi?

Sermet Erkin: Evet. Yalçın Akçay, beni düşünerek yazdı o çocuk oyununu. İki perdelik bir çocuk oyunuydu. Oyunda, yaşlı olan Karagöz artık iş bulamıyor ve geçinemiyordu. Ben de onun komşusu rolündeydim. Oyun, Karagöz’ün ne kadar değerli olduğunu ve sahip çıkılması gereken bir kültür olduğunu anlatıyordu. Karagöz ile Sihirbaz’ın en önemli özelliğinden biri de, İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun tarihinde ilk kez galası yapılan çocuk oyununun olmasıdır. O dönemde, oyuna tüm illüzyonistler, karagözcüler, (Tacettin Diker gibi..) gelmişti.. Zati Sungur, hatta Turan Ay da gelmişti.

Turan Ay, Savaş Ay’ın babası mı?

Sermet Erkin: Evet. Turan Ay, zaman zaman eşi Şükran Ay ile Almanya’ya giderdi. Almanya’dan dönüşte de Turan Ay, beni arardı; “Bak evladım, sana bir alet getirdim. Bu alet, bir sende olacak bir de Alman illüzyonist Kalenag’de. Ona göre kıymetini bil. Yarın da gel tamam mı? Şükran ablan da gözlerinden öpüyor” derdi.

“İllüzyonda Harikalar” adlı izlediğimiz gösterideki aletler size mi ait?

Sermet Erkin: Hakikaten, izlediğiniz gösteride gördüğünüz aletlerin çoğunu ben yaptım. Tavşanın kaybolması sırasında gördüğünüz o alet, benim imalatım. Ama o aletin daha küçüğünü bana Turan Ay getirmişti.

Bir de sizin Karagöz tasvirleri, piyes, plak, gibi bayağı bir koleksiyonlarınız var. Bu koleksiyonları biz de görmek isteriz. Bu konularda girişimlerde bulundunuz mu?

Sermet Erkin: Bu konu için bizzat Mustafa Sarıgül ile görüştük. Randevuyu da Haldun Dormen aldı. Yine Haldun abimin isteğiyle ve onun aracılığıyla Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen ile de görüştük. Ama bir sonuç çıkmadı. Halbuki bana göre kültürün olmadığı bir ülkede yaşam olmaz.

Kesinlikle.

Sermet Erkin: Çünkü insanı, insan yapan fizyolojik bedeni bir de ruhudur. Niçin çocuklara okulda resim dersi veriliyor? Çocuklar ressam olsun diye mi? Hayır, ruhlarını estetik olarak zenginleştirsinler diye. Ancak Türkiye’de böyle olgu yok. Bakınız; Türkiye de bir yığın devlet konservatuarı bulunuyor. Hangisinde geleneksel Türk tiyatrosu, hangisinde kukla, karagöz, meddah ya da orta oyunu dersi veriliyor? Yok böyle bir şey. Bugün, Türkiye de Türk Musiki Müzesi var mı? Nerede Ahmet Yatman’ın kanunu, nerede Refik Cemil’in tamburu, nerede Şerif İşli’nin el yazması notaları?

Sizde… (Gülüyoruz)

Sermet Erkin: Bana mail atıyorlar. Neden koleksiyonları internette yayınlamıyorsunuz? İşte biri yazıyor; bu piyesleri internet ortamına neden koymuyorsunuz? Şimdi Topkapı Sarayı’ndaki elmasları Emine Erdoğan istediği gibi alıp takabilir mi? Olur mu böyle şey? Bunun yazarı var, çizeri var, valisi var… Ben bunları sadece kaybolmasını önlemek için koleksiyon yapıyorum, dağıtmak için değil ki!

2010’da İstanbul Dünya Kültür Başkenti olacak… İllüzyon sanatı konusunda sizden herhangi bir talepte bulunuldu mu?

Sermet Erkin: İstanbul 2010 Kültür Başkenti projesine ortak olan İstanbul Vakfı, Paris’te sergilenmek üzere karagözlerimi getirmemi istedi. Her şeyi hazırladık tam gönderecektik ki sudan sebeplerden dolayı iptal ettiler. Yani ben, ümitli değilim. Kültür Bakanı’na inanmıyorum ki gerisine inanayım. Yani Kültür Bakanı’nın kültürlü biri olduğuna inanmıyorum.

Yazarım ama… (Gülüyoruz)

Sermet Erkin: Kendisi, bana yirmi soru yöneltsin; edebiyattan, müzikten, operadan, baleden ve tiyatrodan… Ben de kendisine soracağım ama yirmi soru! Bakalım kim kazanacak, kim kaybedecek?

Nuray Hanım, röportajı biraz da sizinle devam etmek istiyoruz. Sahnede sizi izlerken çocukların da hokus pokus diyerek eşlik ettiğini gördük. ‘Hokus pokus’ veya ‘abra kadabra’ ne demektir?

Nuray Erkin: “Abra kadabra” kelimesini kullanmıyoruz. Hokus pokus ise illüzyonist bir terim. Belli bir manası bulunmuyor. Sertliği kırmak için yani tiyatroyu yumuşatmak için kullanılır.

Eşinizin en büyük destekçisisiniz. Aynı zamanda da bir anne… Çocuklarınıza nasıl vakit ayırıyorsunuz, bunu tam olarak nasıl dengeliyorsunuz?

Nuray Erkin: Eğer evdeysem ve o gün bir toplantım ya da işim yoksa tamamen zamanımı çocuklarıma ayırıyorum. Çok fazla yardımcı kullanmayı sevmiyorum, yemeklerini de kendim yapıyorum. Hatta Sermet Bey ile bazen beraber giriyoruz mutfağa, hem kavga ediyoruz hem yemek yapıyoruz. (Gülüyoruz.)

Kızınızın adı neydi?

Nuray Erkin: Piraye Nazlı.

İsmini kim koydu?

Nuray Erkin: Ben.

Anlamı nedir?

Nuray Erkin: Çocukluğumda bir arkadaşımın annesinin adıydı, çok hoş bir isim. Aslında Piraye Bala koyacaktım, Sermet Bey istemedi. Piraye, süslü anlamına gelir. Kızım da gerçekten çok süslüdür.

Peki oğlunuzun adı?

Nuray Erkin: Oğlumuzun adı İsmail Sermet

Ne güzel.

Nuray Erkin: Piraye, hem bana hem babasına çok düşkün. En fazla üç gün tek bırakabiliyoruz, sonradan kıyamet kopuyor; “Beni de götürün, beni de sahneye çıkartın. Ben de size yardım edeceğim.” diyor.

Çok şeker.

Nuray Erkin: Baleyi seviyor, sahneyi seviyor. Ama abisi hiç sahnede olmayı sevmiyor, tiyatro sanatçısı da olmayı hiç istemiyor. Tabii kız için aynı şey söylenemez.

Peki, hedefi ne? Gerçi şimdiden belli olmaz ama…

Nuray Erkin: Hiç de öyle değil, hedefi belli! İtfaiyeci olacakmış, Koko ile sahneye çıkacakmış, –Bu arada Koko, illüzyon şovda ilk olarak sahneye çıkan palyaço- bir de babasına yardım edecekmiş.

Bir de sizin dünya illüzyon literatürüne giren loto tahminine yönelik bir illüzyon gösteriniz olmuştu. Çok ilginç ama nasıl tutturdunuz tahminleri?

Sermet Erkin: O zamanlar Bando adında bir dergi yayımlıyorduk. Yayın yönetmeni olduğum dergi de, Kanal 6’nın o dönemki patronuna aitti. Bir gün böyle bir masada oturuyorum, karşımda idari amir Mehmet Bey var; o sırada loto dolduruyor. Ben de laf olsun diye, “Uğraşma boşuna, bana çıkacak. Hem size niye çıksın ki ben burada dururken” dedim. Mehmet Bey de, “Neden size çıksın Sermet Bey” dedi. “Ben biliyorum rakamları, illüzyonist olduğumu bilmiyor musun? Rakamları biliyorum işte.” dedim. Mehmet Bey sonra yanıma gelerek, “Hiç yoktan üç tanesini söyle bari” dedi. (Gülüyoruz) Mehmet Bey, hakikaten inanmış ki gitmiş konuyu Ardan Zentürk’e açmış; “Sermet, bu rakamların altısını da biliyormuş ama oynamayacakmış!”

Ardan Bey, telefon etti bana, “Gerçekten biliyor musunuz?” diye. “Bilmiş gibi yapıyorum” dedim. “Ne demek o” diye sordu. “Ben, gerçekten kız mı kesiyorum? Ama kızı kesiyor gibi yapıyorum. Bu da onun gibi bir şey!” şeklinde açıklama yaptım. Ardan Bey de, “Peki öyle ise bunu bir faydaya dönüştürelim de, şu kanala faydası olsun” dedi. Ben de dedim ki; “O zaman bu akşam haberlerine çıkayım, bu arada haber bültenini de Şebnem Kısaparmak sunuyor.”

97 yılıydı ve sayısal loto iki üç kere devretmişti. Kanal 6, Ana Haber Bültenleri’nde, “Sayın seyirciler, lotoda çıkacak sayıları biliyorum. Yarın akşam noter huzurunda yine burada ve şahitler huzurunda, numaraları bir kağıda yazacağım ve bu kağıdı da bir zarfa koyup yapıştıracağım. Ardından zarfı notere mühürlettireceğim.” dedim.

Ertesi gün, olayın guinness rekorlar kitabına geçmesi için; Guinness Türkiye Fahri temsilciliği Orhan Kural ve noter de hazır oldaydı. O gün numaraları yazdım ve bir zarfa koydum. Ardından da Şebnem Kısaparmak, benim imzaladığım zarfı, başka bir zarfın içine koydu ve imzaladı. Zarfı, zarfın içine koyuyoruz ki, hem dışarıdan görünmemesini sağlayalım, hem de açılmadığını ispatlayabilelim. Daha sonra zarfı, Orhan Kural’a verdik, o da imzaladı ve son olarak zarfı notere verdik ve o da kırmızı bal mumu ile damgasını vurdu.

Programdan sonra bir sabah “güm güm güm” kapı çalınıyor. “Neler oluyor acaba, Nuray bak bakalım delikten, kim bu?” dedim. Yeşim, kapıda; “Sermet abi, Sermet abi kapıyı aç.”diye bağırıyor. “Hayırdır Yeşim, ne oldu?” diye sordum. Bir de balkona çıktım, ne göreyim; dışarısı ana baba günü! Bir kıyamettir kopuyor! Herkes benim kalkmamı, bir numara söylememi istiyormuş. Kimisi ağlıyor, kimisi işsiz olduğunu söylüyor, kiminin oğlu askerdeymiş kirayı ödeyemiyormuş, kimi benimle ortak olmak istiyor, kimisi “hayır yapalım” diyor. (Gülüyoruz)

Kanal 6’ya telefon ettim ve durumu anlatıp gelemeyeceğimi bildirdim. Bu arada abim ile yakın oturduğumuz için o da ailesi ile birlikte eve hapis oldu. Bulsa beni öldürecek, o derece sinirli! Numaraların açıklanacağı gün yani cumartesi sabahı hiç çıkmadık dışarıya. Akşam üstü kurşun geçirmez bir araba ve korumalar eşliğinde bizi Kanal 6’ya götürdüler. Ki o sırada dışarıda bir yağmur var, ona rağmen insanlar halen dışarıda beni bekliyor!

Sayıların açıklanacağı gün, noter çok geç kaldı. Meğer noter, zarfı emniyete vermiş ve emniyete uğrayıp geldikleri için gecikmişler. Neyse numaralar çekildi, arkasından benim zarf açıldı. Çıkan numaralar, benim yazdığım kağıttaki numaralar ile aynıydı.

Nuray da bu zaman zarfına kadar yani iki günde sekiz kilo vermiş oldu.

Neden?

Sermet Erkin: Korkudan. Ev telefonu dinleniyor, insanlar kapılarda, yukarıda Yeşim ağlıyor.

Peki kaçırma olayı falan olmadı değil mi?

Sermet Erkin: Oldu tabi ki de!

O zaman çok tehlikeli bir işe kalkışmışsınız. Neden bunu yapma gereği duydunuz Sermet Bey?

Sermet Erkin: Neden yaptım? Çünkü ilk kez dünya illüzyon literatürüne girmek için yaptım. Ki bunun bir örneği de Amerika’da yaşanmıştır. 1940’lı yıllarda ABD’de radyoda yapılmış, yılbaşı piyangosu tahmini vardır. Türkiye’de de ilk defa ben, riske attım kendimi.

“Bakın bu numaraları ben çıkartmadım. Bu numaraları bilsem kendime çıkartırım. Size çıkmış gibi gösterdim, benim marifetim orada. Nasıl kızı kesmiş gibi gösteriyorsam onu da çıkmış gibi gösterdim.”diye açıklama yaptıysam da peşimi bırakmadılar.

Tekrar kanalda şöyle bir açıklamada bulundum: “Buradan bütün Türkiye’ye ve Türkiye’deki bütün savcılara suç duyurusunda bulunuyorum; fal bakan, büyücülük tüm herkes dolandırıcıdır, hepsi sahtekardır, hepsi şarlatandır, hepsi düzenbazdır. Hepsini de suçluyorum. Eğere haklılarsa haftaya gelsinler çıkartsınlar lotoyu. Falcılar o zaman faili meçhul cinayetleri çözsünler. RTÜK başta olmak üzere, tüm yetkili kurumlara sesleniyorum. Televizyonlarda yayınlanan ve halkı dolandıran tüm falcılar ve büyücüler hakkında suç duyurusunda bulunuyorum. Hepsi bunu önlemedikleri sürece günahkardır ve vebal altındadırlar.” şeklinde bir konuşma yaptım. Kimse anlamadı, kimse konuşmadı. Herkes benim, konuyu örtmek için bunları söylediğimi düşündüler ve aylarca rahatsız etmeye devam ettiler. Bizim Balmumcu’dan İstanbul dışına da taşınmamız bu yüzdendir.

Türkiye’deki illüzyon sanatının ve bu sanatın önde gelen isimlerinden Sermet Erkin’in hak ettiği yeri bulmasını diler ve Cicicee için değerli vaktinizi ayırdığınız için çok ederiz.

Yorumları Göster

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir