Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
İnsanlar bir işe başvururken, ya da bir yere kayıt yaptırırken bazı formlar doldurur. Bu formlarda adı, soyadı, anne adı, baba adı, doğum tarihi, doğum yeri diye bazı sorular vardır. Bir de şöyle bir bölüm vardır o formlarda; mesleği… Ben, mesleği bölümüne “okur – yazar” diye yazarım. Bu, aslında vasıfsız insanlar için kullanılan bir tabirdir. Oysa, bir insanın hayatındaki en önemli tanım, bu olsa gerek: Okur – yazar… Ben hayatım boyunca, sadece okudum ve yazdım. Başka hiçbir şey yapmadım.
İstanbul Oyuncak Müzesi ne zaman ve nasıl kuruldu? Kuruluş amacı neydi?
Benim hayatımın en mutlu saatleri, en mutlu anları, hep müzelerde geçti. Yüzlerce müze gezdim, hala da geziyorum, çünkü müzeler bilginin tapınağı, mabedidir. Müzeleri olan toplumlarda, demokrasi gelişebilir. Yani bizden daha güçlü, daha gelişmiş olan Avrupa ülkeleri, önce zengin olup, sonra müzelerini kurmadı. Avrupa’da önce müzeler kuruldu, sonra her adımı bilgi dolu olan o müzelerin koridorlarından yürüyerek, bugüne geldiler.
20 yıl önce, bir edebiyat etkinliğine davetli olarak, Almanya Nürnberg kentine gitmiştim. Kentte bir oyuncak müzesi olduğunu duydum. Sabah erkenden oyuncak müzesine gittim. Müze açıldı, ben içeri girdim ve ancak müze kapanırken dışarı çıkabildim. Çok etkilendim… Çünkü, oyuncağın tarihi, düşlerin, hayallerin tarihidir. O gün müzede şunu fark ettim; insan önce hayal etti, sonra onu gerçekleştirdi ve oyuncak onun tanığı. Nürnberg’den sonra Avrupa’da, pek çok şehirdeki oyuncak müzelerini gezdim.
Oyuncak müzeleri, son 40- 50 yıldır açılmaya başlanan yeni bir konu. Ancak, bir dönemin oyuncaklarını bulmak çok zordur, çünkü oyuncak, çocuğun eline verildiği an, zaten kırılmaya başlar, sonrada atılır. Objenin tarihinde, yani eşyanın tarihinde en değerli olan; oyuncaktır. Türkiye’nin, daha önce bundan haberi yoktu. Ülke olarak bir şeyi daha kaçırıyorduk. Bir şeyde daha da geç kalıyorduk. Oyuncak müzelerini gezerken, neden benim ülkemde bir oyuncak müzesi olmasın diye düşündüm, karar verdim, ben kuracağım dedim. Kendi kendime kitaplarımdan, sahne oyunlarımdan, televizyon programlarımdan, telif hakkım olan, alın terimin hakkı olan paraların her kuruşunu, bu oyuncaklara yatırdım. Avrupa’nın, dünyanın en başarılı oyuncak müzelerinden biri olduk.
İstanbul Oyuncak Müzesi 23 Nisan 2005 tarihinde açıldı ve şu an 7 yaşında. İstanbul’un Göztepe semtinde, aileme ait tarihi bir konakta, dünyanın en iyi 3 oyuncak müzesinden biri.
Müzede kaç adet oyuncak yer almaktadır? Bu oyuncakları hangi kriterlere göre seçtiniz?
Müzeyi kurmadan önce 4-5 yıl oyuncağın tarihini araştırdım. Bu konuda pek çok yayın var, kitap var, onları okudum. Önce, oyuncağın tarihini öğrendim. Yani herkesin evinde eski bir oyuncak vardır. Ama herkesin elindeki bu eski oyuncak, onun müzelik olduğunu göstermez. Oyuncağın müzeye konma kriterleri, değerleri vardır. Örneğin, oyuncakların ilk oyuncak fabrikalarına ait olması önemli bir kriter. Bunları araştırdım tabi… Sonra, bunlara ulaşmak kolay değil. Bu oyuncaklar öyle gelişigüzel olarak satılmıyor. Bu oyuncaklar daha çok koleksiyonerlerde bulunuyor. Koleksiyonerlerden oyuncak almak, bir insanın kızını istemek gibi bir şey ve hiç kolay değil. Koleksiyoner seni sevmeli, sana ikna olmalı ki, oyuncağı sana versin. Ayrıca bu oyuncaklar oldukça pahalı ama paranın olması, oyuncakları almaya yetmiyor. Koleksiyonerin seni sevmesi, oyuncağın doğru bir yere gideceğine ikna olması lazım. Bütün bu zorlukları her oyuncak için tek tek yaşadık. Şu an, 5 bini aşkın, daha da fazla oyuncağımız var.
Oyuncak Müzesi’ndeki oyuncakların bir hikâyesi var mı? Oyuncaklar hakkında bilgilendirme yapar mısınız?
Her oyuncağın, oyuncağın üretildiği fabrikanın bir öyküsü var. Mesela, Almanya’da Margaret diye bir kadın var. Bu kadın, ilk oyuncak ayıyı yapıyor ve bu ayının bir örneği bizde var. Ancak Amerikalılar, ilk oyuncak ayıyı kendilerinin yaptıklarını iddia ediyor. Yani, sadece oyuncak ayı konusunda anlattığım bu iki farklı görüş, her oyuncak için, oyuncağın bir öyküsü olduğunu anlatır.
Müze içerisinde oyuncak satışı yapılıyor mu?
Hayır. Antika oyuncakların, eski eserlerin hiçbirinin satışı yapılmıyor. Ancak, müze girişinde bir hediyelik eşya bölümü var. Burada benim kitaplarım, model uçaklar, müzenin anahtarlığı, kupası, müzik kutuları satılıyor. Müzenin girişinde bulunan hediyelik eşya bölümü, az bir alanı kaplıyor. Müzenin bir oyuncakçı dükkânı havası vermesini istemedim. Ama her müzenin bir hediyelik eşya bölümü vardır. Ziyaretçilerin müzelerden hatıra olsun diye almak istedikleri şeyler vardır. Onların örnekleri bizde de bulunuyor.
Oyuncak Müzesi’nde çocuklar için yapılan ne gibi etkinlikler var? Bunlar hakkındaki görüşleriniz neler?
O kadar çok ki… Öncelikle müzede 9 arkadaşımız görev yapıyor. Bunlar sosyolog, hakla ilişkiler uzmanı, arkeolog gibi kendi alanında her biri uzman arkadaşlarımız. Örneğin “ Düş Ülkeye Yolculuk ” adlı bir masal eşliğinde, çocuklara müze gezdiriliyor. Müzemizin 70 kişilik salonunda çocuklara oyuncak konulu belgeseller izletiyoruz. Keza yine o salonda, hafta sonları çocuk tiyatrosu yapılıyor. Geleneksel Türk kuklası olan “İbiş” oynatılıyor. Kukla gösterileri, sihirbaz illüzyon gösterileri var ki, bu gösteriler Psikiyatrist Selim Başarır başkanlığında, yetenekli sihirbazlar tarafından yapılıyorlar. Yaratıcılık seminerleri, fotoğrafçılık kursları var. Müzemizin bahçesinde bir çikolata ev var. Bu çikolata evde çocuklar tahta oyuncak yapıyor ve o oyuncakları boyuyorlar. Yine orda fosil keşif atölyesi gerçekleştiriliyor. Çocuklar önce fosil nedir onu öğreniyorlar, sonra kum havuzunda fosil arıyorlar. İstanbul Oyuncak Müzesi’nde böyle pek çok etkinliğimiz var.
Oyuncak Müzesi’nin çocuklar için önemini açıklar mısınız?
Çocuklar Oyuncak Müzesi’nde önce kendi dünyasının objeleriyle, renkleriyle, algılarıyla, uygarlığın tarihini öğreniyorlar. Yani burada oyuncak uçaklara baktıklarında, uçağın teknolojik olarak değişimini görüyorlar. Tren odasına girdiklerinde buharın, trenlerin tarihini öğreniyorlar. Uzay odasına girdiklerinde, uzayın tarihini ya da oyuncak Kızılderililere baktıklarında, 200 yıl önce Amerika’da hayatın nasıl olduğunu, Kızılderililerin nasıl yaşadığını, kıyafetlerinin neye benzediğini görüyorlar. Bebek evlerine baktıklarında, 150 – 200 yıl önce Avrupa’daki evlerin iç mimarisini, tasarımını, eşyalarının ne olduğunu görüyorlar. Yani dünyayı tanıyorlar. Burada uygarlığın, insanlığın tarihi var. O çocuklar için şu çok önemli; korumacılık düşüncesi. Bir ülkenin ağacını, tarihini, doğasını, sularını korumak istiyorsanız, o ülkeye müzeler kurmalısınız. Korumacılık düşüncesi, korumacılık anlayışı bir topluma müzelerinden verilir. En azından buraya gelen çocuklar, eve gittiklerinde, oyuncaklarını artık ayakaltında bırakmıyorlar, kaldırıyorlar. Bu, korumacılık düşüncesinin ilk adımı… Burayı aileleriyle gezen çocuklar, ailenin bir arada olmasının güzelliğini yaşıyorlar. Bilgi dolu bir ortamda çocuk, anne babasıyla gezerken, anne ve babasının çocukluğunu tanıyor. Anne ve babasının çocukluğuyla arkadaş oluyor.
Oyuncak ve çocuk ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu ilişkinin geçmişten günümüze nasıl değiştiğini düşünüyorsunuz?
Gelişmiş uygar ülkelerde oyuncak, çocuklara daha çok hayal kursun diye alınır. Geri kalan ülkelerde ise oyuncak, çocuklara oyalansın diye alınır. Oyuncakları çocuklarına hayalleri büyüsün, hayalleri çoğalsın diye alan ülkeler dünyayı yönetirken, oyuncakları küçümseyen, oyuncakları çocuklarına oyalansın diye alan toplumlar, o ülkelerin kapılarında oyalanmaya mahkûmdur. Oyuncağın çocuğun ve uygarlığın gelişmesindeki rolü, bu kadar büyüktür. Günümüzde daha çok bilgisayar oyunları oynanıyor. Oyuncakla oynayan çocuk, bu oyunlarda kahramandır, kendine başrol verir. Oyunların senaryosunu da kendi yazar. Bilgisayar oyunlarıyla oynayan çocuk ise, o oyunları hazırlayanın figüranı olmaktan bir adım öteye gidemez. Kendi hayalleri yoktur artık. Tutsaktır bir başkasının oyun planı içinde. Ama oyuncakla oynarsa, kendi hayallerinin peşinde koşar.
Çocuklara yönelik gerçekleştirmek istediğiniz farklı plan ve projeleriniz varsa, bunlardan bahseder misiniz?
En büyük amacım, Oyuncak Müzeleri’nin Türkiye’de çoğalmasını sağlamak. Bir şehirde oyuncak müzesi varsa, o ülkede, o şehirde çocuğa verilen değer vardır demektir. Oyuncak müzesi olan bir şehir, “biz çocukları seviyor ve onların dünyalarına değer veriyoruz” mesajını her yana iletir. Ne mutlu bana ki, Türkiye’de bu algılanıyor. Gerçekten bu konuda çok duyarlı insanlar var. Bu giderek gelişiyor. Bütün amacım, bunun sağlıklı gelişmesini sağlamak.
Çocuk yetiştirirken nelerin önemli olduğunu düşünüyorsunuz?
Çocuk yetiştirirken önemli olan, çocuğun o yaratıcı dünyasını köreltmemektir. Bir çocuğu yetiştirmek, geliştirmek adına, onun dünyasına hep zarar veriyoruz. Çocuk yetiştirmenin Türkiye’de ne kadar zor olduğunu şöyle söyleyeyim. Büyüklerin dünyasında bir gün içersinde şu sözleri çok duyarız; “bana masal anlatma, çocukluk yapma, senin o dediğin çocuk oyuncağı…” Yani büyükler kendi dünyalarında birbirlerini aşağılamak için, çocuğun dünyasını, çocuğun dünyasının değerlerini o kadar çok kullanıyorlar ki… Elbette ki herkes çocuklarını sever, elbette ki herkes çocuğunu esirger ama lütfen dürüst olalım ve düşünelim. Biz büyükler, birbirlerimizle kurduğumuz iletişimde, az önce söylediğim çocuğun dünyasını aşağılayan, törpüleyen, alay eden tanımlamaları kaç kez kullanıyoruz. Bu, çocuğa bakışımızda sağlıksız bir yan olduğunu gösteriyor.
Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Özgürlüğü elinden alınan çocuğa büyük derler…