Zorlayarak, Zorlanarak Doğum Olmaz

İstanbul Doğum Akademisi Kadın Doğum Uzmanı, Doğuma Hazırlık Eğitmeni Op. Dr. Hakan Çoker’in artan sezaryen oranlarını değerlendirdi.

“Türkiye’de 2012 yılındaki doğumların yüzde 52,5’i sezaryen iken, 2013’ün ilk 6 ayında bu oran yüzde 58,6 olarak gerçekleşmesi Türkiye’deki doğum kararları ile ilgili bazı soruları beraberinde getirdi. Bu oran OECD ülkelerinde yüzde 25.

Op. Dr. Hakan Çoker artan sezaryen oranlarını şöyle değerlendirdi:

“Sağlıklı anne adaylarında normal doğum tercihinin artırılması için yapılan bilgilendirme ve teşvik çalışmalarına rağmen sezaryen ile doğum oranı artıyor. 2013’ün ilk 6 ayında ise oran iyice yükseldi. Üniversite hastanelerinde yüzde 77, özel hastanelerde yüzde 76 ve Sağlık Bakanlığı hastanelerinde yüzde 44 oldu.

Görüldüğü gibi son yıllarda gerek ailelere, gerekse doktorlara ve sağlık sistemine yapılan tüm baskılara rağmen sezaryen oranları düşme değil yükselme eğilimine girmiştir. Planlı sezaryen olarak tanımladığımız hiç bir gereklilik yokken bebeğin ciddi bir ameliyatla anne karnından alınması kadının doğurma yeteneğine yapılan bir müdahaledir. Sezaryen ameliyatı tanımı gereği anneden, bebekten ya da plasentadan meydana gelebilecek komplikasyonları önlemek, doğumun sağlıklı olmasını sağlayabilecek bir kurtarma operasyonudur. Ancak günümüzde sezaryen sebepleri arasında daha çok anneye ve babaya ait korkuları, yeterli desteğin verilememesini, doktorların dava edilme korkularını en başta görüyoruz. Oysa tüm bunların baskı yerine samimiyet ve eğitim ile çözülebileceğine inanıyoruz. Kaldı ki Anne-Bebek dostu sezaryen dediğimiz anne ve bebeğin kararlarına saygı duyan doğum yöntemi de vardır. Her ebeveyn ister normal ister sezaryen olsun doğum haklarına saygılı bir doğum yaşamalıdır.

Ülkemizde doğum eylemine ilişkin bir kısır döngü ve yanlışlar var. Bunları kısaca değerlendirmek gerekirse:

Korkular

Gebeler doğumdan, doktorlar gebelerden ve dava edilmekten, ebeler doktorlardan, hastaneler bakanlıktan korkarken doğumlar nasıl artsın?

Yıllardır doğuma riskli bir hastalık gibi olan yaklaşım meyvelerini verdi ve artık halk doğumdan korkuyor. Bu korku ile büyütülmüş anneler ağrı çekmekten ve özellikle bebeğine bir şey olmasından korkan haldedir. Bu korku sağlık sistemi tarafından da kullanılmaktadır. Son yıllarda medyadaki değişen haberler de bu korkuyu körükler niteliktedir. Doğumda oluşan komplikasyonlar artık “Doğuma zorlandı ve bebeğini kaybetti.” Başlığı ile verildiğinde özellikle devlet hastanelerinde doğuma zorlanma korkusu yaşandı ve halk özel hastanelere doğru kaydı. Durum böyle olunca birçok devlet hastanesinde sezaryen oranları %20-25 aralığına geçmesine rağmen, yanlarındaki özel hastanede oranlar %80-90 aralığına çıktı. Bu durum, devlet hastanesi dışında seçeneği olmayan yeşil kartlı gebelerde sezaryen oranlarının çok daha düşük olmasını da (%32) açıklamaktadır.

Bir diğer ihmal edilen korku da doktorların doğum korkusudur. Doğum hayatın kendisi gibi içinde riskler barındırır ve garantili bir olay değildir. Doğumda da tıbbın önleyemeyeceği istenmeyen olaylar olabilir. Gerek bakanlık gerekse medya bu durumlarda doktoru tek başına ve savunmasız bıraktığı için, doktorlar mesleklerinden korkar hale gelmiştir. Bir an önce doğumda ihmal ve komplikasyonu ayıran ve güven veren yasalar çıkmadıkça doktorlar savunmacı tıp dediğimiz bir duygu ile en ufak bir şeyde sezaryen kararı almaktan çekinmeyecektir.

Baskılar

Sağlık Bakanlığı doğum oranlarını yükseltmek için bir yandan gerekli düzenlemelere ağırlık verirken öncelikle doktorlar ve gebeler üzerinde baskı yöntemini devreye sokmuş ancak tepki ile karşılaşmıştır. İsteğe bağlı sezaryen gerekli şartlar yerine gelmedikçe devlet kurumlarında yasaklanınca, halk özel hastanelere doğru yönelerek daha güvenli olduğuna inandırıldıkları sezaryeni tercih etmiştir. Baskılar doğumun en büyük düşmanıdır. Doğum ve baskı kelimeleri asla yan yana gelemez ve gelmemelidir. Sonuç her zaman halkın aleyhine olacaktır.

Ebe desteğinin olmaması

Ebelerin doğumdaki rollerinin silinmesi ile birlikte doğum oranlarının azaldığını görüyoruz. Hala ebelerin sorumluluğunu tanımlayıcı modern bir ebelik yasası yoktur. Avrupa’nın en büyük ebe kadrosu (50000) bu yolda pasivize durumdadır. Bir an önce ebelik yeniden canlandırılmalı ve ebeler annelerle gerek hamilelikte gerekse doğumda birebir çalışmalıdırlar.

Psikolojik desteğin ihmali

Şu anda doğuma şahit olan herkes (anne, baba, bebek, doktor, ebe) psikolojik bir baskı altındadır ve her doğum hayatlarında bir travma gibi yaşanmaktadır. Doğumun psikolojisine profesyonel yaklaşım için kurumlardaki psikologlara ayrı bir eğitimle bu desteği nasıl verecekleri öğretilebilir ve çok kısa sürede çok olumlu sonuçlar alınabilir. Hamile ve Doğum Psikoloğu kavramı ülkemizde canlandırılmalıdır.

Fiziki şartlar ve mahremiyetin ihmali

Mahremiyet doğumun olmazsa olmazıdır. Ama gerek devlet gerekse özel kurumlarda çok kolay ihmal edilebilmekte hatta önemsenmemektedir. Birçok kurum bu durumu düzeltme adına önlemlerini almaya başlamıştır. Ancak fiziki şartların değişimi mahremiyetin korunması için yeterli değildir. Mahremiyet sağlık personelinin tüm davranış ve doğumu algılayışlarına yansımalı ve gebelere hissettirilmelidir.

Somut ve radikal kararlar alınmalıdır:

Doğumda baskı bırakılmalı ve tüm sağlık sistemi el ele vermelidir. Buradaki sihirli kelimeler samimiyet, güven ve eğitimdir.

  1. Doğuma hazırlık eğitimleri yaygınlaştırılmalıdır. Eğitim sayesinde ortak bir dil oluşturulabilir. Aileler sorumluluklara katılabilecek ve kendi tercihlerini korkmadan isteyebilecek kadar bilinçli bir bilgiye sahip olabilirler. Bu sayede doktor üzerinde büyük bir baskı unsuru olan dava edilme korkusu da azalacaktır.
  2. Ailelere birebir destek verecek ve onları doğuma hazırlayacak ekipler bir an önce eğitilmelidirler. (Bakanlığın bu konuda başlayan çalışmaları hızlandırılmalıdır.)
  3. Doğumda ihmal ve komplikasyon durumlarının net olarak ayrılabildiği yasalar çıkmalıdır.
  4. Doğumda ekip çalışmalarına geçilmelidir. Doğumun sorumluluğunun tek doktorda olduğu özel hastanelerde sezaryen oranı çok daha yüksektir.
  5. Doğumda ebelerin aktif görevlendirilmeleri yeniden sağlanmalıdır.
  6. Hamile ve Doğum Psikoloğu kavramı gelmeli ve aktif kullanılmalıdır.
  7. Sağlık Bakanlığı gündemindeki Anne ve Bebek Dostu Hastaneler bir an önce faaliyete geçmelidir.

Sonuç: “Her ebeveyn keşkelerin olmadığı “keşkesiz” bir doğum yaşamalıdır”.

Doğumda sezaryen oranlarını düşürmek bir amaç olmalıdır. Çünkü tek amaç bu olduğunda gerek aileler gerekse doktorlar için bedeli çok daha ağır olabilir. Hedef doğuma bakış açımızın değiştirilerek, doğum şekli ne olursa olsun, her annenin doğumdan mümkün olduğunca keşkesiz ve coşku ile çıkarak saygı dolu bir ortamda bebeği ile buluşmayı yaşaması olmalıdır. Keşkesiz Doğum dediğimiz bu felsefede anne-doktor arasındaki güven en üst seviyededir, her türlü tıbbi müdahale sadece gerektiğinde uygulanır, müdahaleler veya sezaryenler bile saygı ile karşılanır. Bu saygı ve güven ortamında gerek müdahaleler gerekse sezaryen oranları zaten kendiliğinden düşecektir.

Türkiye doğumu yeniden keşfetmek ve doğumun yeniden doğuşu için bakanlığı, doktoru, ebesi, psikoloğu, ailesi ile el ele vermek zorundadır. Hedef sevgi dolu ortamlara doğan bebekler, yani geleceğimiz olmalıdır.